Sayfalar

12 Mayıs 2017 Cuma

"Küstah davranışa sessiz kalanlar..."


Hayırlı Konvoy üyeleri yaptıkları açıklamayla Atatürk'e hakaret edenlere ve hakaretlere sessiz kalanlara tepki gösterdi.

Mustafa Kemal Atatürk’e hakaret edenlere karşı tepkiler dinmiyor. Referandum sürecinde şehir şehir gezen Hayırlı Konvoy ekibi konuyla ilgili açıklama yaptı.
Hayırlı Konvoy açıklamalarında açıklamalarında “Mustafa Kemal’in manevi mirasının takipçisi Hayırlı Konvoy üyeleri olarak; 20. yüzyılda emperyalizmin değirmeninde öğütülen milletlerin kurtuluş reçetesi olmuş, Hindistan’da Ghandi’ye, Tunus’da Burgiba’ya, Küba’da Fidel Castro’ya ve daha nice mazlum uluslara bağımsızlık mücadelelerinde rehber olmuş Cumhuriyet Türkiye’sinin kurucu lideri asker ve devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk’e ve onun şerefli ailesine, manevi evladına kirli dillerini uzatan nankörleri şiddetle kınıyoruz” denildi.
“SESSİZ KALANLARI TÜRK MİLLETİNE HAVALE EDİYORUZ”
Hayırlı Konvoy’un açıklamasında şu ifadeler kullanıldı:
“Ayrıca içinden yetiştiği kurum dahil, onun kurduğu cumhuriyetin diğer kurumlarından bu küstah ve kendini bilmezce davranışa sessiz kalanları, varlık nedenleri olan M. Kemal Atatürk’e ve onun manevi mirasına sahip çıkmayanları Türk milletine havale ederken, sahip çıkanlara da teşekkür ediyoruz.
Hayırlı Konvoy olarak Anayasa referandumu ile yola çıkmıştık. Ancak laik, demokratik ve çağdaş Atatürk Türkiye’sine ulaşana kadar yolculuğumuza devam edeceğiz. Bazen yollarda, bazen meydanlarda, bazen de satırlarda olacağız.”
Hayırlı Konvoy’un açıklamasına şu isimler imza attı: Ahmet Yavuz, Bora Serdar, Atilla Kezek, Ahmet Tatar, Nasuh Mahruki, Mehmet Ali Çelebi, Semih Çetin, Fikret Güneş, Mustafa Önsel, Ali Türkşen, Nasuh Bektaş.
Odatv.com

11 Nisan 2017 Salı

"Halkımız kendi devletini kurmak için adım atıyor"

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Başdanışmanı Mehmet Uçum, 16 Nisan’da “devrim” olacağını ifade edip “rejim” değişikliğine dikkat çekti.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Başdanışmanı Mehmet Uçum, 16 Nisan’da “devrim” olacağını ifade edip “rejim” değişikliğine dikkat çekti.  

Cumhurbaşkanı Erdoğan “rejim” değişikliği eleştirilerine “Türkiye'de rejim değişmiyor. Değişen sadece yönetim sistemidir” demişti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başdanışmanı Mehmet Uçum ise, “rejim” değişikliği eleştirilerini haklı çıkaran bir açıklamada bulundu. Mehmet Uçum, Twitter’da “Sessiz değil Halkımız gümbür gümbür bir Devrim yapıyor farkında mısınız. Halk kendi Devletini kurmak için adım atıyor, 16 Nisan Kutlu Olsun” diye yazdı.

İşte o mesaj:

CHP’den hodri meydan

CHP Grup Başkanvekili Levent Gök, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “kasetle geldi, kasetle gidecek” sözüne ilişkin açıklamada bulundu.
CHP Grup Başkanvekili Levent Gök, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “kasetle geldi, kasetle gidecek” sözüne ilişkin, “Varsa yoksa derdi Kemal Kılıçdaroğlu. Cumhurbaşkanı takmış kafayı Kemal Kılıçdaroğlu’na. Hodri meydan, ne biliyorsan çık söyle. CHP’nin genel başkanını tayin etmek senin elinde mi? CHP’yi AK Parti mi zannettin? Nedir bu hezeyanlar” yanıtını verdi.

“KARŞI DEVRİM Mİ YAPMAK İSTİYORSUNUZ?”

Gök, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un attığı bir tweete dikkat çekerek şöyle dedi:

“Cumhurbaşkanı başdanışmanlarından Mehmet Uçum’un attığı bir tweetle, ‘halkımız gümbür gümbür bir devrim yapıyor farkında mısınız? Halk kendi devletini kurmak için adım atıyor, 16 Nisan kutlu olsun’ şeklindeki sözleri iktidar partisinin bu referandumda ‘evet’ çıktığı zaman ne yapacağını göstermesi bakımından ibret verici sözlerdir.

“TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ YIKIP YENİ BİR DEVLET Mİ KURMAK İSTİYORSUNUZ?”

Hangi devrimi yapacaksınız? Türkiye’de bir tek devrim yapılmıştır o da Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kurulan laik cumhuriyet ve onun devrimleri. Bu devrimlere karşı bir karşı devrim mi yapmak istiyorsunuz? Ya da kuracağınız yeni devletin adı nedir? Nasıl bir devlet kuracaksınız? Yani Türkiye Cumhuriyetini yıkıp yeni bir devlet mi kurmak istiyorsunuz, ne söylüyorsunuz siz?

Biz diyor, ‘16 Nisan’da evet çıkarsa anayasanın ilk dört maddesi dahil devletin şeklini, rejimini ve bütün devrimleri değiştireceğiz’ diyor. Açıkça söylüyor.

Ne diyorsunuz Sayın Bahçeli bu sözler karşısında?”

“CUMHURBAŞKANI TAKMIŞ KAFAYI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NA”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “kasetle geldi, kasetle gidecek” sözüne işaret eden Gök, şöyle dedi:

“Varsa yoksa derdi Kemal Kılıçdaroğlu. Cumhurbaşkanı takmış kafayı Kemal Kılıçdaroğlu’na, neden, bir tek doğruları CHP ve onun Genel Başkanı, partili yetkililer söylüyor da ondan.

“BU HEZEYANLAR NEREDEN ÇIKIYOR SİZDE?”

Sayın Cumhurbaşkanı siz cumhurun başkanısınız, CHP’lilerin de başkanı olmak durumundasınız, cumhurbaşkanı olmak durumundasınız. Herkesin cumhurbaşkanı olmak durumundasınız. Bu hezeyanlar nereden çıkıyor sizde? Nedir bu hezeyanlar sizin? Aslı astarı olmayan söylemlerle iddialarla siz Kemal Kılıçdaroğlu’na laf söyleyerek ne yapmaya çalışıyorsunuz?

“HODRİ MEYDAN, NE BİLİYORSAN ÇIK SÖYLE”

Cumhurbaşkanının içine düşmüş olduğu bu hezeyanlı durum içerisinde Genel Başkanımızla ilgili ifade ettiği ‘kasetle geldi, kasetle gidecek’ sözü herhalde siyaset tarihimizin ve ülke yönetim tarihimizin siyasi etiği ayaklar altına alan en önemli sözlerinden bir tanesidir. Ne demek bu Cumhurbaşkanı? Bütün devlet olanakları elinde. Hodri meydan, ne biliyorsan çık söyle. CHP’nin genel başkanını tayin etmek senin elinde mi? CHP’yi AK Parti mi zannettin?

“İDDİALARIN ÇİRKİN, İSPATLAMAKLA GÖREVLİSİN”

CHP, cumhurbaşkanının talimatlarıyla hareket eden bir parti değil, AKP ile karıştırma. İddiaların çirkin, ispatlamakla görevlisin.

Bir cumhurbaşkanına yakışır mı böyle bir söz.

Cumhurbaşkanının görevleri içerisinde mi bir anamuhalefet partisinin genel başkanının nasıl gidip, nasıl geleceğini söylemek, ifade etmek.

Cumhurbaşkanını izlerken üzülüyoruz ve utanıyoruz.

Cumhurbaşkanının, Genel Başkanımıza atfen söylediklerinin tümünü reddediyoruz.

“İLK FIRSATTA KARAYOLU İLE ANKARA’YA GELİYORUM, DEMİŞTİR”

Genel Başkanımız bizlere bana ve Meclis’te bulunan ve o anda Genel Merkez’de bulunan tüm arkadaşlarımıza gidin, Meclis’e sahip çıkın, ben de ilk fırsatta karayolu ile Ankara’ya geliyorum, demiştir. 15 Temmuz darbe gecesi. Cumhurbaşkanı o sıralarda Marmaris’ten Ankara’ya gelmeyi planlıyor ama Ankara’ya gelemiyor, İstanbul’a gidiyor.

Genel Başkanımızın bize vermiş olduğu talimatı biz yerine getirdik, benim de içinde bulunduğum 20 milletvekili CHP’li milletvekili o gün Meclis’e gelerek milli iradeye sahip çıkmak kararlılığını gösterdi. Genel Başkanımızın talimatıyla.

“BU ÜLKEYİ FETÖ BELASINA CUMHURBAŞKANI VE BU İKTİDAR MAHKUM ETMİŞTİR”

Biz de canımızı hayatımızı ortaya koyduk. Bombaların Meclis Genel Kurul Salonunun üstüne gelmesiyle hepimizin hayatını kaybedeceği ortadayken ve eğer darbe girişimi başarılı olsa hepimizin akıbetinin ne olacağı bir soru işareti olarak ortada dururken Cumhurbaşkanının CHP’ye bir teşekkür borcunu yerine getirmeden başka bir tartışmalara, olaylara sürüklemesine asla izin vermeyiz. Bu ülkeyi FETÖ belasına Cumhurbaşkanı ve bu iktidar mahkum etmiştir.

Darbe konusunda CHP’nin hesap soracak bir sorumluluğu vardır, Cumhurbaşkanının ve Başbakan’ın ve bu iktidarın da hesap verme yükümlülüğü vardır.

“ARABAYI DUVARA BUNLAR TOSLATTIRMIŞTIR”

Arabayı duvara bunlar toslattırmıştır. CHP devrilen arabanın altına girmiş, onun tekrar yola çıkmasını temin eden çabalar içerisinde olmuştur hayatı pahasına.”

“PARÇALANMANIN YA DA BAŞKA BİRLEŞMELERİN YOLUNU AÇABİLİR”

Bir soru üzerine Gök, “Cumhurbaşkanı danışmanları ilginç, bir açıklama yapıyorlar, sonra öyle demedik ki böyle dedik ki anlayışı içerisinde görüşlerini ifade etmeye çalışıyorlar. Şükrü Karatepe’de yaptığı açıklamada illerin belediyelerin yeniden şekillendirilebileceğini çok net söylemiştir. Bunu neye dayanarak söylemiştir, bunu şuna dayanarak söylemiştir, Anayasamızın 123. Maddesinde yapılmak istenilen değişiklikle halk oylamasından geçer ise kamu tüzel kişilikleri kurma olanağı cumhurbaşkanına kararnameler yoluyla verilmektedir. Cumhurbaşkanı illerde belediyelerde istediği her türlü kararı alabilir. Bu kararla illeri coğrafi bölgelerini değiştirebilir, belediyeleri bir başka belediye ile birleştirebilir, şehirleri bir başka pozisyonda tanımlandırabilir ve bu yetkiyle cumhurbaşkanı akla gelebilecek her türlü idari parçalanmanın ya da başka birleşmelerin yolunu açabilir” yanıtını verdi.

Odatv.com

Meclis Darbe Komisyonu Başkanı: Genelkurmay ve MİT yanıt vermedi

Meclis Darbe Komisyonu, raporu hazırlamak için Genelkurmay Başkanlığı’ndan ve Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan yanıt bekliyor. Komisyon Başkanı Reşat Petek, yazım işinin gelmeyen yanıtlar nedeniyle tamamlanamadığını söyledi. İki kurumun vereceği yanıtın önemine vurgu yapan Petek, “cevap gelirse, rapor tatmin edici olur" dedi.
"Belki 1 ay sonra veya 1 ay 15 gün sonra komisyon çalışma raporumuz da tamamlandıktan sonra bu sorularınıza açıklık getirecek, komisyon raporuna dönüşmüş bilgileri sizlerle paylaşacağız"

Meclis Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu Başkanı Reşat Petek, bu konuşmayı Ocak ayında yaptı. Bu sözlerin üzerinden dört ay geçti ama komisyon raporu tamamlanmadı.

“YANIT BEKLİYORUZ”

Raporun bitirilememesinin neden olarak kurumlardan istenen yanıtların gelmemesi gösterildi. Hürriyet Gazetesi'den Murat Yetkin'e konuşan Komisyon Başkanı Petek, Genelkurmay Başkanlığı ve Milli İstihbarat Başkanlığı’ndan henüz yanıtların gelmediğini açıkladı.

Petek, "Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın ifadelerinin olmayışı nedeniyle, kamuoyunda raporun eksik bırakıldığı düşünüldüğü için Genelkurmay'a ve MİT'e yazılar yazdık. MİT'ten henüz bir cevap gelmedi; göndermeyeceğiz diye bir cevap da gelmedi. Araya referandum girdi tabii. Genelkurmay Başkanlığı'na da sorular yönelttik, oradan da gelmedi. Gelmesi beklentisi var tabii. (…) Cevap gelmesini isteriz tabii. (…) Böylelikle rapor daha olgun, kamuoyunu daha tatmin eder bir şekil alır" dedi.

Erdoğan'ın Başdanışmanı Karatepe: Başkanlık çıkarsa eyalet sistemine geçilmeli

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın ajandasındaki planı başdanışmanı Şükrü Karatepe açıkladı. Karatepe, Başkanlık sisteminin referandumda kabul edilmesiyle birlikte Türkiye'nin eyalet sistemiyle yönetileceğini söyledi.

Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Şükrü Karatepe başkanlık sistemiyle birlikte büyük kentlerin yeniden yapılanacağını söyledi.

Anayasa değişiklik çalışmaları ekibinde yer alan Karatepe, eyaletle yönetilen Çin modelini örnek gösterdi.

"ŞEHİRLERE FARKLI STATÜ: Çin'de, şehirlerin bir kısmı farklı statülerde kuruluyor. Bütün politikalarını, ulusal birlik ve güvenliğe öncelik vererek oluşturan Çin, büyüyen ve gelişen şehirlerine yeni yönetim modelleri uyguluyor. Güvenlik kaygısıyla resmi açıklamalarda yüksek sesle dile getirilmese bile, Türkiye de bu süreçten etkileniyor."

Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin yayın organı Şehir Araştırmaları Dergisi'nde 'Başkanlık Sisteminde Şehir Yönetimi' başlıklı makale yazan Şükrü Karatepe, kalabalıklaşan metropollerin artık klasik idarelerle yönetilemeyeceğini savundu.

"ŞEHİR BAŞKANI: Şehir yönetiminin başkanlık sistemine uyumlu hale getirilmesi için düzenlemeler yapılırken, büyük şehirlerin hizmetler alanında değişen rolü dikkate alınarak, şehir yönetimi yeniden tanımlanmalıdır. Bu tanımlama yapılırken, büyükşehir belediye başkanına doğrudan ‘şehir başkanı' veya ‘büyükşehir başkanı' gibi bir ad verilmelidir. Bütün şehirde  özel idarelerin kalkması ve iki başlı yürütmenin sona ermesi ise başkanlık sisteminin tam olarak kurulması yönünde atılan önemli bir adımdır."

Karatepe'nin bu açıklaması, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın özerklik talebini akıllara getirdi. Topbaş, "İstanbul kendi kendini yönetsin, başka müdahaleler olmasın, kendi kararını kendi versin. Bu yanlış mı? Doğru. Böyle tek elden yürüsün" demişti.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Başdanışmanı Şükrü Karatepe'nin örnek gösterdiği Çin'de, 23 eyalet, 5 özerk bölge ile 2 özel statülü il bulunuyor.


Şükrü Karatepe kimdir ;

Şükrü Karatepe, 1949 yılında Kayseri’de doğmuştur. İlk ve orta öğrenimini Kayseri’de tamamladı. 1968 yılında Kayseri Lisesinden mezun oldu.
1973 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1975 ile 1976 yılları arası serbest avukatlık ve 1976 ile 1977 yıllarında Çalışma Bakanlığında iş müfettişliği yaptı. 1977-1978 yıllarında 18 ay süreyle İngiltere, Londra’da dil eğitimi gördü. 1978 yılında Ege Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde asistanlığa başladı. 1980 yılında İzmir Ege Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünde Yüksek Lisansı yapmaya başladı. 1983’de siyaset bilimi doktoru, 1989’da anayasa doçenti oldu.
1989 yılında İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Yönetimi Başkanlığı görevinde bulundu. Hak-İş sendikası ile Müsiad’ın siyasi danışmanlığını yaptı. Değişik gazete ve dergilerde, Türkiye’nin siyasi ve idari sorunlarına ilişkin bir çok araştırması yayınlandı.
27 Mart 1994 tarihinde Refah Partisi’nden Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi. 24 Nisan 1998 de cezaevine giriş tarihine kadar Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevini yürütmüştür.
Şükrü Karatepe’nin hapise giriş sebebi şudur: Kayseri’de 10 Kasım 1996 tarihinde partililere yaptığı bir konuşmada “Hakim güçler “ya bizim gibi yaşarsın ya da her türlü fitneyi, fesadı içinize sokarız” diyorlar. Bu yüzden de Refah Partili bakanlar bile kendi dünya görüşlerini bakanlıklarına yansıtamıyorlar. Bu sabah ben de, resmi görevim, sıfatım nedeniyle bir törene katıldım. Süslü püslü görünüşüme bakıp da laik olduğumu sakın sanmayın. İnancımıza saygı duyulmadığı, sövüldüğü bir dönemde, içim kan ağlayarak, bu günkü törenlere katıldım. Belki Başbakan’ın bakanların, milletvekillerinin bazı mecburiyetleri vardır. Ancak sizin hiçbir mecburiyetiniz yok. Bu düzen değişmeli, Bekledik, biraz daha bekleyeceğiz. Gün ola, harman ola, Müslümanlar içlerindeki hırsı, kini, nefreti eksik etmesin” söyleminde bulunmuş ve Ankara 1 No’lu DGM’den bir yıllık hapis ve beş yıl siyasetten uzak kalma cezası almıştır. 24 Nisan 1998 de cezaevine girmiştir.
2003-2011 yıllarında GAMA Holding, Hukuk Müşavirliği, 2010-2011 yılları arasında da MÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Üyeliği yapmıştır. Bir süre Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yaptı. İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Anayasa Hukuku dersleri verdi.
Şükrü Karatepe, evli ve üç çocuk babasıdır.
Şükrü Karatepe, 3 nisan 2013 tarihinde Ak Parti Hükümeti tarafından açıklanan ve barış sürecini yönetecek olan 63 kişilik Akil Adamlar listesine Akdeniz Bölgesinden girmiştir.
Şükrü Karatepe, 1 Şubat 2016 tarihinden itibaren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Danışmanlığı görevine getirilmiştir.

7 Nisan 2017 Cuma

ABD, Suriye'yi füze ile vurdu...

ABD, Suriye rejimine ait bir hava üssüne 50'den fazla Tomahawk füzesi fırlattı. Reuters, füzelerin Humus yakınlarında Al-Shayrat hava üsssünü hedef aldığını duyurdu. Pentagon da Suriye rejimine ait Şayrat Hava Üssünü 59 Tomahawk füzesiyle vurduklarını açıkladı. “Başkan'ın (Donald Trump) talimatıyla ABD kuvvetleri, Suriye Hava Kuvvetlerine ait bir üssü seyir füzeleri ile vurdu” diyen Pentagon Sözcüsü Albay Jeff Davis, saldırı öncesinde gün içerisinde Rusya’yı bilgilendirdiklerini ve Rus askerlerinin o üste bulunduğunu bildiklerini söyledi. Operasyonla ilgili açıklama yapan ABD Başkanı Trump da ''Bu gece kimyasal saldırının yapıldığı askeri üssü hedef alan askeri operasyonun emrini verdim'' dedi.

Pentagon'da toplantı sürerken USS Ross ve USS Porter ABD füze destroyerleri Suriye açıklarına yaklaştı.

Pentagon'dan yapılan açıklamada Suriye'ye 50'den fazla Tomahawk füzesi atıldığı ifade edildi.

Reuters füzelerin Humus yakınlarında Al-Shayrat hava üsssünü hedef aldığını duyurdu.
Al-Shayrat üssü DEAŞ ile mücadele çerçevesinde Rusya'nın Palmira'ya yönelik operasyonları sırasında kullanılmıştı. ABD'nin 84 milyon dolarlık 50 füze ile vurduğu üste ölen veya yaralanan olmadı.
ABD'li kaynaklar saldırıdan önce bilgi verilmesi nedeniyle üssün çok kısa bir süre içerisinde boşaltıldığını açıklandı. Moskova ise kendilerine bilgi verilmediğini açıkladı.

Rus askeri kaynakları üssün uçaklar için uygun olmadığı sadece helikopterle için kullanılabildiğini öne sürdü.

Saldırının ardından Pentagon kısa bir video ve USS Ross gemisinden fotoğraflar yayınladı.


PENTAGON'DAN AÇIKLAMA

 ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Sözcüsü Albay Jeff Davis, Suriye rejimine ait Şayrat Hava Üssünü 59 Tomahawk füzesiyle vurduklarını açıkladı.      

Pentagon’da gazetecilere açıklama yapan Albay Davis, “Başkan'ın (Donald Trump) talimatıyla ABD kuvvetleri, Suriye Hava Kuvvetlerine ait bir üssü yerel saatle 4.45, ABD Doğu Yakası yerel saatiyle 8.45’te seyir füzeleri ile vurdu.” açıklamasını yaptı.
Saldırının Humus vilayeti sınırlarının içinde bulunan Şayrat Hava üssüne yönelik yapıldığını ifade eden Davis, fırlatılan Tomahawk Land füzelerinin Doğu Akdeniz’de konuşlu USS Porter ve USS Ross Destroyerlerinden fırlatıldığını ifade etti.

 ''ABD, KİMYASAL SALDIRILARA TAHAMMÜL ETMEYECEK''

ABD’nin hava saldırısının Esed rejiminin 4 Nisan’da İdlib’in Han Şeyhun beldesinde gerçekleştirdiği kimyasal silah saldırısına tepki olarak yapıldığını ifade eden Davis, “ABD, kimyasal saldırılara tahammül etmeyecektir.” dedi.              

Davis, “Bu füzelerle (hava üssündeki) uçaklar, hangarlar, yakıt ve lojistik destek depoları, güçlendirilmiş uçak sığınakları, mühimmat depoları, hava savunma sistemleri ve radarları vuruldu.” şeklinde konuştu.      

Sivil kayıplarını önlemek için mümkün mertebede can kaybının olmamasına dikkat ettiklerini ifade eden Davis, üssün 2013 öncesinde Esed rejimi tarafından kimyasal silah deposu olarak kullanıldığını ve ABD’nin radar izlerinin Han Şeyhun’daki kimyasal saldırıyı gerçekleştirmek üzere bu hava üssünden havalandığını tespit ettiğini ifade etti.  

''RUSYA'YI BİLGİLENDİRDİK''

Saldırıyı, “Esed’in dehşet verici saldırısına orantılı” olarak tanımlayan Davis, saldırı öncesinde gün içerisinde Rusya’yı bilgilendirdiklerini ve Rus askerlerinin o üste bulunduğunu bildiklerini söyledi.              

Rusların saldırıdan etkilenmemesi için tüm tedbirleri aldıklarını ifade eden Davis, hava üssünün binasını değil sadece üssünü işleyemez hale getirecek unsurları vurduklarını ifade etti.    

6 Nisan 2017 Perşembe

CHP lideri Kılıçdaroğlu, Erdoğan'a bu sözlerle yanıt verdi

CHP lideri Kılıçdaroğlu, Erdoğan'a bu sözlerle yanıt verdi

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 'kontrollü darbe girişimi' iddiasıyla ilgili olarak yaptığı açıklamada, darbe girişiminin iki kilit ismi Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulisi Akar ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın komisyona davet edildiğini ancak hükümet tarafından engellendiğini öne sürdü. Kılıçdaroğlu, Erdoğan'ın "Siyasi hayatımda ne aldanan oldum, ne aldatan oldum" sözlerine ilişkin "Bu laf çok güzel bir laf. Bu laf aslında bütün bu olaylardan kendisinin haberinin olduğunu itiraf eden bir cümledir. Hiç aldatılmamışsa ve hiç aldanmamışsa bütün bu olaylardan kendisinin bilgisinin olduğunu söylüyor zaten. Bundan büyük itiraf olamaz." derken, 'Bu cümleyi acaba başka yerden mi aldı, gazeteci arkadaşlar soruştursun.' diye konuştu.



CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, NTV canlı yayınında Seda Öğretir ve Ahmed Arpat'ın sorularını yanıtladı.

İşte Kılıçdaroğlu'nun açıklamalarından satır başları:

Sizin bir açıklamanız çok konuşuluyor bu kontrollü darbe girişimi açıklamanız. Cumhurbaşkanı ve sayın Başbakan’dan sert açıklamalar var. Kontrollü darbe girişimi derken ne demek istiyorsunuz?

Kemal Kılıçdaroğlu: 15 Temmuz’da bir darbe girişimi oldu. 248 şehidimiz var. Darbeye karşı 4 siyasi parti mücadele etti. İnsanlarımız sokağa çıktı. Üzerimize düşen bu darbeyi bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkarmaktır örtbas etmek değil. TBMM’ye bir önerge verdik, 15 Temmuz darbe girişimini araştırma komisyonu kuralım dedik. Önce mırın kırın ettiler ama sonra komisyon kuruldu. Yenikapı dendi gittik. Bir daha darbe ile karşılaşmamak için ne yapılması gerektiğini 12 madde halinde açıkladım. Darbe komisyonu bizim arzu ettiğimiz şekilde görevini yapmadı ve yapmıyor. Ben 248 şehidin kanının hesabının sorulmasını istiyorum. Bir siyasal iktidar darbe komisyonunu çalıştırmazsa bizim arzu ettiğimiz kişileri davet ettirmezse biz ne yapacağız? Hükümetin samimiyetini sorgulayacağız herhalde değil mi?


Özel kuvvetler komutanı Zeki Aksakallı’nın ifadesi, “TSK’da kriz ve olağanüstü durumlarda ilk haber alınır alınmaz personel kışlayı terk etmesin emri verilir. Her zaman uygulanan bu temel ve basit kural 15 Temmuz 2016’da ilk haber alındığı zaman uygulanmamıştır.” Ben bunu kime soracağım. Darbe komisyonunun en kilit iki ismi var ikisi davet ediliyor. Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı. Bu temel kural neden yerine getirilmedi soracağız. Bunu engelleyen Hükümet bana hesap soruyor. Neden engelliyorsun gelmelerini? Ben bunu sormazsam bu darbenin üstü örtülecek. Bir hükümet darbe girişiminin ortaya çıkmasını engellerse ne diyeceğim. Peki Aksakallı Paşa kim? Aksakallı Paşa, Ömer Halisdemir’e darbeci Semih Paşa’yı öldürme emrini veren kişidir. Bütün vatandaşlarıma söylüyorum elinizi vicdanınıza koyun düşünün ben bunu araştırmayıp ne yapacağım. FETÖ iddianamesini yazan savcı görevden neden alındı? Bu iddianame neden Adalet Bakanlığı’na gider ve içi boşaltılır? Siyasi iktidar benim haberim yoktur diyemez. HSYK da diyemez. Kim aldı bu savcıyı görevden? Hurafeler iddianamesine dönüştürüldü.

Darbe komisyonu kurulduktan ve bir süre çalıştıktan sonra biz anladık ki hükümet bu darbenin üstünü kapatmak istiyor. Üst akıl kim? Falan devletse devletin adını yaz. Hurafelerden iddianame mi olur? Ben bu 248 şehidin hakkını nasıl arayacağım? Hükümet neresinde bunun? Biz hesap soruyoruz, bırakmışlar hesap vermeyi neden bu soruları soruyorsun diye hesap soruyorlar. Darbeden yararlanmak için değil zarar gören herkes için ben bu soruları soruyorum.

Kontrollü darbe girişimi diyince ya darbe başarılı olsaydı.

Kemal Kılıçdaroğlu: Başarısızlığa mahkum edilen bir darbe girişimi. Biz en basit kuralı kriz anında asker sokağa çıkmasın diye talimat vermeniz gerekirken o askerleri sokağa salarsanız ne olur? Hiçbir günahı olmadan linç edilen askerler vardı. Sarayda söyledim masanın etrafında hepimiz askerlik yaptık komutan emir verir asker gereğini yapar. Asker emri sorgulayamaz. Bu askerleri linç edenlerden hesap sorulmalı ve dava açılmalı dedim. Niçin dava açılmıyor? 6.6.2016 darbeden önce. FETÖ terör örgütü iddianamesi. Bu iddianamede,”FETÖ/PDY’nin kuvvet komutanlıkları, jandarme ve emniyet teşkilatları içindeki mensuplarından oluşan ve 10 binleri bulan devletten ayrı hiyerarşiye bağlı silahlı bir yapılanmasının olduğu” darbeden önce söylüyor. “FETÖ’nin anayasal düzeni değiştirecek veya ortadan kaldıracak silahlı güce ulaştığı ve bir askeri darbe yapabilecek tek organize güç olduğu” darbeden önce söyleniyor. Aynı iddianamede, “FETÖ/PDY’nin darbe teşebbüsünde bulunma tehlikesinin açık ve yakın olduğu.” Bunu hükümet bilmez mi? Bu iddianameye dayanarak Anayasa Mahkemesi’nin iki üyesi şu anda hapiste. Bunu bilmiyorlar mıydı? Biliyorlardı. Tamamı savcılı tarafından tespit edilmişti.

Bir hükümet darbe girişimi planlandığının haberini alıyor, böyle bir risk alır mı? Ya o darbe gerçekleşse sonucu ne olacak?

Kemal Kılıçdaroğlu: Neden hükümet bu darbe girişini örtmek istiyor neden açığa çıkmasını istemiyor? Darbe komisyonu kuruldu raporu Cumhuriyet Halk Partili ve diğer partili milletvekillerine verilmiyor. 16 Nisan’dan sonra verilecek. Hangi gerekçeyle? Darbe raporunun 16 Nisan’la ne ilgisi var? Dosyalarımızdan birisi darbe komisyonuna vereceğimiz dosyada bütün bu ayrıntılar ve daha fazlası o dosyada olacak.

Açık kaynaklardan hazırlanmış bir dosyadan mı bahsediyoruz.

Kemal Kılıçdaroğlu: Mahkemelerle ilgili ayrı bir dosyamız var. Bu darbe komisyonuna vereceğimiz dosya. Darbe komisyonu başkanı bize raporu vermiyor. Raporu vermediği için biz de dosyamıza son şeklini veremiyoruz. Darbe komisyonu oturdu kendi aralarında anlaştılar. Raporun yazım aşamasında Cumhuriyet Halk Partisi’nin grup danışmanları da AKP, Milliyetçi Hareket Partisi ve HDP’nin de grup danışmanları birlikte yazacaklardı. Hepimiz darbeye karşıyız çünkü. Bundan vazgeçtiler. Bizim grup danışmanlarımızı dahil etmediler. Darbeye karşı olduğunu söylüyor ama darbeyi kapatmak istiyor. Adil Öksüz’ün ismini ilk kim telaffuz etti. Bir televizyon programında ilk ben söyledim. Adil Öksüz’ün çok önemli bir isim olduğunu, dikkat edilmesi gerektiğini söyledim. Önce bana saldırdılar şimdi onlar da telaffuz etmeye başladılar. İki cep telefonunu kullanır GPS cihazı vardır. Herkesin telefonları alınır, Adil Öksüz’ün alınmaz. GPS cihazı ve telefonlarıyla birlikte serbest bırakılır.

Soruları böyle sorunca cevaplarını bildiğinizi düşünüyoruz. Cevaplarını biliyor musunuz yoksa açıklamak mı istemiyorsunuz?

Kemal Kılıçdaroğlu: Bunun muhatabı hükümet. Ben bütün bu soruları soruyorum. Cevap vereceği yerde hükümet beni suçluyor. Çıkın diyin ki yanlış bu soru gerçek değil desinler. Diyemiyorlar. Sen şehitlerin kanının hesabını sorumuyorsun ben soruyorum. Kapatmıyorum diyorlarsa darbeyi neden araştırma komisyonuna en önemli isimlerine gelmesine engel oldunuz?

Referandum için de memleket meselesi vurgusu yapıyorsunuz bu gerçekten memleket meselesiyse elinizde güçlü bir done değil mi açıklamak için soru sormak yerine?

Kemal Kılıçdaroğlu: Adil Öksüz’ü ben açıkladım daha kimi açıklayayım. Adil Öksüz’ün elindeki GPS cihazını devletin hangi kurumu ithal etti? Başbakanlık talimat verecek bakacaklar devletin hangi kurumu ithal etti. İki telefonu vardı, GPS cihazı vardı elinde. Herkes kelepçelenirken onlara kelepçe vurulmadı. Neden? MİT yasasında bir değişiklik yapıldı 2014’te. Başbakanın emri ve talimatı olmadan hiçbir MİT görevlisi tutuklanamaz gözaltına alınamaz. Adil Öksüz neden tutuklanmadı neden gözaltına alınmadı? 

MİT elemanı olduğunu mu ima ediyorsunuz? 

Kemal Kılıçdaroğlu: Bilmiyorum ben bu soruları sormak zorundayım. Sizin yerinizde keşke sayın Binali Yıldırım olsaydı da ona sorsaydım cevaplarını verseydi bana. Benimle televizyona çıkmaya korkuyorlar ama çıkıp meydanlarda olmadık laflar ediyorlar aleyhimde. 248 şehidin olduğu bir yerde darbenin üstü örtülürse ben sessiz kalabilir miyim? Bedeli ne olursa olsun ben sonuna kadar gitmek zorundayım. Ya bu darbenin bütün ayrıntıları ortaya çıkacak ya da ben bu soruları her yerde onlara soracağım. Adil Öksüz’ü tanımıyoruz diyemezler. Darbeden önce savcı iddianame hazırlıyor. Adil Öksüz’ün deniz kuvvetleri imamı olduğu yazıyor iddianamede. Sonra bir başka iddianamede hava kuvvetleri imamı olduğu yazılı. Bilinmeyen bir isim değil. Ben söylemesem onunda ismini kapatacaklardı. Kim bu adam? Gücü nereden alıyor? Öldü mü? Efendim bununla ilgili soruşturma açtık. Siz onu külahıma anlatın. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti iki telefonu GPS cihazıyla koyuverilen Adil Öksüz’ün nerede olduğunu bilmeyecek ama soruşturma açılmış olacak. Bizi mi kandırıyorlar. 

Sanki sizin elinizde soruşturmalardan, sanık ifadelerinden daha fazlası var gibi bir izlenim hissediyorum. 

Kemal Kılıçdaroğlu: Darbeyi araştırma komisyonunun bize dosyası verilmiyor. Onlar dosyayı vermeden siz açıklayın diyorlar. Neden açıklayalım? Bunların tamamı doğru. Onlara da mesaj gönderiyorum ben bir şeyi söylüyorsam bilerek söylüyorum. Sayın Binali Yıldırım açıkla yaptı darbenin siyasi ayağı yok diyor. Darbeciler gelseydi cumhurbaşkanı olmayacaktı, başbakan olmayacaktı, belki bizler hapishanelerde olacaktık, yeni bakanlar, cumhurbaşkanı, adaylar olacaktı. Hem darbe girişimi olacak darbenin siyasi ayağı olmayacak. Buna ben inanmıyorum. Darbenin mamur ayağı var, sendikacı ayağı var, işveren ayağı var, çikolatacı ayağı var, baklavacı ayağı var siyasi ayağı yok. Siz çocuk mu kandırıyorsunuz. 

O zaman bu sizin 180 Bylock’çu AK Partili iddianızı deşmek isteriz. O isimleri biliyor musunuz? 

Kemal Kılıçdaroğlu: Ellerindeki en önemli delil Bylock listeleri neden açıklamıyorlar o listeleri. 

Siz diyorsunuz ki o listelerde 180 AK Partili bylock kullanıcısı var o listede. 

Kemal Kılıçdaroğlu: Belki daha fazla. Ben ısrarla söylüyorum eğer Bylock kullananlar FETÖ örgütünün birer üyesiyseler bu üyeleri bu hükümet neden açıklamıyor? Düşünün polis bir yere baskın yapıyor teröristleri yakalıyor. Evde bulduğu silahları, gazeteleri, isimleri yayınlıyor televizyonlar gösteriyor. Ellerinde Bylock listesi var neden açıklamıyorlar? Cumhuriyet Halk Partisi FETÖ’cüleri destekliyor siz FETÖ’cüsünüz diyorlar. Biz gayet sakin ve akıllı olarak liste bende değil sizde, benim istihbarat örgütün yok sizin var listeler sizde niçin açıklamıyorsunuz? Teröristleri saklamak suç değil mi? 

Başbakan MİT müsteşarına sorduğunu kendini bilgi verildiğini ve bir tane bile milletvekili olmadığını söyledi Bylock kullanan.

Kemal Kılıçdaroğlu: O zaman açıklasın. Daha iyi ya hiçbir milletvekili yoksa neden gizliyorlar. Kadri Gürsel’i örnek vereyim. Cumhuriyet’in iddianamesinden okuyorum, “92 Bylock kullanıcısı şüpheli şahıs ile haklarında FETÖ/PDY terör örgütünden dolayı soruşturma bulunan 21 kişiyle iletişim kaydı bulunduğu” yani bir gazeteci Bylock kullanıcısı 92 kişiyle şu veya bu nedenle telefonda konuştuğu için şu anda hapiste. Kim bu 92 kişi niye açıklanmıyor? AKP Trabzon milletvekili ablası atıldı, Kilis milletvekilinin kardeşi, Hatay milletvekilinin kardeşi, Kırıkkale milletvekilinin kardeşi, Aydın milletvekilinin kardeşi, Sakarya milletvekilinin kardeşi, Kayseri milletvekilinin yakınları, belediye başkanının damadı bunlarda Bylockçu. Kadri Gürsel hapiste bunların tamamı dışarıda. Hangi adaletten söz ediyoruz. Bylock kullananların sayısı 215 bin 92 kişi. Sayın başbakan göre bunların içinde bir tane bile siyasetçi yok. Bizim aklımızla alay mı ediyorlar? Sayın Devlet Bahçeli gibi olsam hayatlarından çok memnun olacaklar beni el üstünde tutacaklar. İyi de bu şehitlerin hesabını kim soracak? Ben soracağım. Benim vicdanım, ahlakım, inancım var, memleket sevgim var ve demokrasiye saygım var. Bu darbe girişimini bu hükümet başta da sayın cumhurbaşkanı kapatmak istiyorlar. Derine inilmesini istemiyorlar ucu kendilerine dokunacağı için. Siz TBMM’de adrbeleri araştırma komisyonu kuracaksınız oraya gelen hükümetin görevlendirdiği kişiler olacak dışarıdan kimse gelemeyecek. İlker Başbuğ gitti ne söyledi,”Genelkurmay başkanlığım sırasında MİT bana bir tane bile FETÖ’cünün adını bildirmedi.” Ben sormayacak mıyım sen enden bu bilgileri vermedin. Bir savcı darbeden evvel tespite diyor koskoca MİT’in haberi bile yok. Ben bunun hesabını sormayacak mıyım?

Listeyi gördünüz mü bu Bylock listesini? Milliyetçi Hareket Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi içinde aynı şeyi söylüyor musunuz var mı elinizde bir veri? 

Kemal Kılıçdaroğlu: Ben hükümete çağrı yapıyorum Bylock listelerini açıklayın, açıklamazsanız ağırlıklı bir kısmı sizdedir. Ben darbeye karşıyım onlar da karşı olduklarını söylüyorlar. Ben samimiyim ama onlar samimi değiller. Ben darbenin açığa çıkmasını istiyorum onlar kapanmasını istiyorlar. Ben siyasi ayağı ortaya çıksın istiyorum onlar siyasi ayağı yok diyorlar. O zaman darbecilerle beraberdir onlar. Burada bazı illerin milletvekillerini verdim herhalde kardeşleriyle konuşuyorlardı. Bu milletvekillerinden birisi özellikle eline anayasa oylamasında alıp eline bütün AKP milletvekillerine göstermedi mi ben oyumu böyle kullanıyorum diye. Niçin bu ihtiyacı hissediyor? Bunu bizim sormamız lazım. Onlar da açıklamıyorum desinler. O zaman yine sorayım niye açıklamıyorsunuz diye. 

17-25 Aralık’tan sonra iki seçim geçti Türkiye'de dolayısıyla bu seçimlerle milletvekilleri bu Bylock kullananlar, FETÖ’cü olanlar temizlendi ve ayıklandı. 

Kemal Kılıçdaroğlu: Darbe girişimi bu dönemde oldu Bylock’un çözümü bu dönemde oldu. Bylock kullanıldığı anlaşıldıktan sonra Eagle’a geçildi. Sayın Adalet Bakanı diyor ki, “Kemal Kılıçdaroğlu’na Amerika'dan mail geldi FETÖ’cülerden”. Sen Adalet Bakanısın, adalet dağıtan bir kurumun başındasın, ahlakın varsa bana gelen o maili çıkar açıklarsın. Ama ben size Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu konuda ne kadar duyarlı olduğunu anlatmak için bir örnek vereceğim. Bizim anonim mail adresimize Amerika’dan David Keynes diye birisinin ki bu Bylock’u yaptığı söylenen bir kişiydi bize bir maili geldi. Bunun dokümanını aldık bir dosya halinde Başbakanlık Müsteşarlığı’na gönderdik. 19 Ekim 2016’da gönderdik. Bizim devlete, hükümete, Türkiye'nin çıkarlarına bakış açımıza bakın bir de onların bakış açılarına bakın. Arzu ederlerse açık çağrı yapıyorum sayın Binali Yıldırım gelir bu konuyu konuşabiliriz. Darbeyi kapatmak suç işlemek demektir. Darbenin siyasi ayağını ortaya çıkarmamak suç işlemek demektir.

Sayın Cumhurbaşkanı dün NTV canlı yayınında dile getirdi bugünde meydanlarda tekrarladı, “15 Temmuz gecesi İstanbul’a geldik sayın Kemal Kılıçdaroğlu da Atatürk Havalimanı’na inmiş. Keşke bekleseydi orada birlikte tanklara karşı dursaydık. Ama durmadı başka bir yere geçti.” O geceye ilişkin ne diyorsunuz?

Kemal Kılıçdaroğlu: Bana haber mi verdi? Sayın Kılıçdaroğlu bekleyin ben de oraya geliyorum diye haber mi verdi? Nerede olduğu belli değildi. Bir cumhurbaşkanı konuşurken neyi anlatmak istediğini sade ve güzel bir dille anlatmalı. Haber verseydin beklerdim. Sayın Kılıçdaroğlu orada bekleyin ben oraya geliyorum. Koruma müdürü koruma müdürüme açardı telefonu beklerdim. Laf söylemek kolaydır önemli olan niyettir. Beni eleştirmek için bunu söylüyor. Geldi de tankın üstüne mi çıktı? Sadece ben değil sayın Hayati Yazıcı da oradaydı.

Siz indiğinizde tanklar havalimanında….

Kemal Kılıçdaroğlu: Çıkışta vardı. Sonra çıktık darbeye karşı olduğumuzu söyledik. Ben bunu uçakta söyledim öğrenir öğrenmez her türlü darbeye karşı olduğumuzu söyledim. Sorun aslında daha derinde. Sayın Cumhurbaşkanı bugün, “Siyasi hayatımda ne aldanan oldum, ne de aldatan oldum” bugün meydanlarda söylüyor. Gazeteci arkadaşlarımıza bir mesaj verelim bu sözü başka birinden duydular mı? Diyor ki 19 Temmuz 2015 harp akademilerinde söylüyor, “Şahsım başta olmak üzere tüm ülke yanlış yönlendirildi aldatıldı.” İkisini aynı kişi söylüyor. Sonra 3 Ağustos 2016 darbeden sonra, “Bu yapının bambaşka niyetleri olduğunu uzun süre görmedik ve göremedik” diyor. Sonra “Allah bizi affetsin” diyor. 25 Ağustos 2004 kendisi başbakan MGK’da FETÖ terör örgütünün ne kadar tehlikeli olduğuna dair brifing veriliyor. Ne demek görmedik. Her hafta her ay MİT’in raporları geldi. Aynı menzile paralel yürüyen siz değil miydiniz? Siyasi hayatımda ne aldanan oldum ne aldatan oldum. Bu laf çok güzel bir laf. Bu laf aslında bütün bu olaydan kendisinin haberi olduğunu itiraf eden bir cümledir. Hiç aldatılmamışsa ve hiç aldanmamışsa bütün bu olaylardan kendisinin bilgisi olduğunu söylüyor zaten. Bu itirafı yaptığı için kendisini yürekten kutluyorum. Bu cümleyi bir yerden mi aldı biri mi kullandı gazeteci arkadaşlarımız araştırsınlar.

CHP lideri Kılıçdaroğlu, Erdoğana bu sözlerle yanıt verdi

Gaziantep’te bugün evet çadırına girdiniz. Neler yaşandı orada?

Kemal Kılıçdaroğlu: Otobüsle üniversite öğrencilerinin yoğun olduğu alandan geçerken AKP’li gençlerin oluşturduğu bir evet çadırı vardı onlara selam verdim. Onlar davet ettiler. Otobüsten indim arkadaşlarla tokalaştım çadıra davet ettiler. Çadırda hepsiyle tokalaştım nasılsınız diye sordum. Bana sorular sordular. Neden hayır dediğimizi sordular bana. 600 milletvekilinin doğru olmadığını makul sayısının 450, hadi 550 olduğunu söylediğimde daha önce 650 milletvekili vardı diye söylediler. Daha önce yoktu belki senato ve genel meclisin olduğu dönemi büyük bir ihtimalle hatırlamış olabilirler. Güçlü bir meclis olacağını tabi yetkileri alınan bir meclisin güçlü olamayacağını, gücün yetkilerle sağlanabileceğini ifade ettim. 18 yaşında milletvekiline neden karşı çıkıyorsunuz diye sordular. Buna karşı çıkmadığımızı ama 18 yaşında milletvekili olup ömür boyu askerlikten muaf olmaya karşı çıktığımızı ifade ettim. Güzel bir sohbet oldu. Sonuçta onları tahrik eden ifadelerde hiç bulunmadım. Sayın Cumhurbaşkanı hayır çadırını ziyaret ederken kullandığı bir ifade var; “Kılıçdaroğlu yalan söylüyor” diye bir ifade kullanmış. Ben böyle bir ifade hiç kullanmadım. Onlara evet oyu da hayır oyu da kullanan herkesin başımın üstünde yeri var ayırt etmeyiz ama neden evet ve hayır dediğimizi çok iyi bilmeliyiz dedim.


Bu konuda ikna oldular mı?

Kemal Kılıçdaroğlu: Özel bir zaman yoktu orada ben bir soruya yanıt verirken bir başka soru geliyordu içlerinden daha yaşlı olan birisi benim daha fazla açıklama yapmama izin vermedi biz evet diyoruz diye kendisi sesli konuşmaya başladı. İlla beni dinleyecekler diye bir kural yok tabi. Mesela ben o gençlerle bir ortamda bir arada olmayı bana soru sormalarını ve cevap vermeyi isterdim. Çünkü bizi pek dinlemiyorlar neden hayır dediğimizi bilmiyorlar.

Sizin ulaşmayla ilgili bir sorununuz olabilir mi o kitleye?

Kemal Kılıçdaroğlu: Öyle bir sorun değil büyük bir sorunumuz var. Örneğin eveti savunan ve Cumhuriyet Halk Partisi’ni hiç görmeyen ve sadece kendi tabanına mesaj veren kendi televizyon kanalları var. Ben o kanallara çıkmak istedim. Siz arzu ettiğiniz gazetecileri davet edin ben de geleyim soru sorsunlar. Beni zor duruma sokmak için gayret eden gazetecileri de davet edin beni sevmeyenleri de davet edin. Kabul ettiremedik.

Sokakta ulaşmanızla ilgili bir sorun yaşıyor musunuz diye sormak istemiştim bir özeleştiri yapıyor musunuz bu konuda?

Kemal Kılıçdaroğlu: Bir sorun yok. Bugün Gaziantep’te birisi geldi ben kadınlarla toplantıya giderken. Israrla geldi polis arkadaşlar engel olmak istedi ben gelsin vatandaş bir şey soracak herhalde dedim. Elindeki telefonunda sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın fotoğrafı vardı. Ben 15 yıldır AK Partiliyim oy veriyorum ama bu kadarı fazla bu doğru değil dedi ve hayır oyu kullanacağını ifade etti. Bu tür manzaralarla çok sık karşılaşıyoruz. Bir haksızlık olduğunu onlar da görüyorlar. Bakıyorsunuz bütün caddeler, bütün sokaklar, neredeyse bütün binalar evetlerle donatılmış vaziyette. Hayıra tahammülleri yok. Kenan Evren 12 Eylül’de ne yaptıysa benzeri şimdi yapılıyor. Gören birisi, vicdan sahibi birisi soruyor kendisine, hayır diyenler neden hayır diyor diye. En büyük günahlardan birisi de OHAL kanunuyla çıkardıkları bir kararname. Özel televizyon kanallarının aykırı düşüncelere veya diğer partilere yer verme koşulunu kaldırdılar. Biz ancak sınırlı sayıda kendisini merkezde gören televizyon kanallarına çıkabiliyoruz. TRT’ye çıkmak için araya bakanları koyduk, Numan Kurtulmuş’a söyledik. Siz Binali beyi çakıyorsunuz bizi de çıkarın. Özel televizyon kanallarını anladık kendi imkanları ama devletin televizyonu benim vergimle benden kesilen paralarla yayın yapacak bize yer vermeyecek. Bir de kuruluş yasasında da tarafsızlık ilkesi olacak. Neyse Numan beyi devreye soktuk rica etti arkadaşlar sonunda TRT Haber ve TRT 1 radyodan yayınlanabilir böyle bir dar alanı uygun gördüler. Bir adaletsizlik var.

Meydanlardan aldığınız izlenim en başka karasızlardan bahsediliyordu o kararsızlar sizce kararını verdiler mi?

Kemal Kılıçdaroğlu: Öyle bir atmosfer var ki insanlar düşüncelerini rahatlıkla ifade edemiyorlar. Acaba hayır dersem başlıma bir bela gelir mi? Bunu anketörlere bile söyleyemiyorlar. Kararsızların yüksekliği buradan kaynaklanıyor hayır diyecek ama diyemiyor kararsızım diyor. Bütün bunlara rağmen vatandaşın büyük bir kısmı bu anayasa değişikliğinde ne getiriliyor onu bilmiyor. Evet için sahada çalışanlar eveti anlatamıyorlar. Onların tek konusu Kemal Kılıçdaroğlu. Demek ki Kemal Kılıçdaroğlu olmasaydı miting yapacak konu bulamayacaklardı. Gel senin televizyonuna çıkalım oturup konuşalım. Bunu yapmıyorlar dolayısıyla vatandaş sağlıklı bilgilenemiyor. Ya kararsız ya da sandığa giderken partime oy vereceğim diyor. Parti seçimi değil. Böyle kararsız bir alan var. Ama gördüğümüz tablo da bir haksızlık olduğu meydanda. Devletin forsunu, uçaklarını, arabalarını kullanıyorlar, televizyonu kullanıyorlar, paralarını kullanıyorlar biz mağduruz diyorlar.

Cumhurbaşkanının yetkileriyle ilgili olarak yeni sistemde muhtarlıkları kararname ile kaldırabilir, lokantaları kapatabilir diyorsunuz. Neden böyle bir şey yapsın? 

Kemal Kılıçdaroğlu: Yetki veriyorsunuz canı isterse yapar. Bu kadar yetkinin verilmesinin sakıncalarını anlatıyorum. Bu yetkiler devletin yapısı ve işleyişiyle ilgili kararname çıkarma yetkisini bir kişiye verdiğiniz andan itibaren devletin temelini dinamitlemiş oluyorsunuz. Sadece muhtarlıkları değil bakanlıkları kapatabilir. Kaç bakanlık kurulacağına o kadar verir. 

Kanunla belirlenen konular değil mi muhtarlıklar? 

Kemal Kılıçdaroğlu: Bugün. Devletin yapısı ve işleyişiyle ilgili yetkiler parlamentodan alınıyor ve bir kişiye veriliyor. Dolayısıyla kaç bakan olacağına kaç başkan yardımcısı olacağına başkan karar verecek. 

Ama ben muhtarlığı ortadan kaldırıyorum deme kararname ile yetkisi var mı? 

Kemal Kılıçdaroğlu: Var tabi. 

Kanunla belirlenmiş konularda kararname yetkisi yok bildiğim kadarıyla. 

Kemal Kılıçdaroğlu: Bakanlıkların kanunu yok mu? Var. Bakanlıkların sayısını belirlemek yeni rejimde başkana ait. 

Ama neden böyle bir şeyi yapsını sorguluyoruz. 

Kemal Kılıçdaroğlu: Bu kadar yetkiyi neden veriyorsunuz? Bu yetki TBMM’nin. Kaç bakanlık kurulacağına yürütme organı getirir ihtiyaç duyarsa yeni bir bakanlık kurar parlamentoda görüşülür, o konuyla ilgili sivil toplum örgütleri davet edilir bakanlık parlamentonun onayından geçer ve yasalaşır. Şimdi parlamentoda bunu görüşmeye gerek yok başkan belirler. Sadece bunu da değil devletin liyakat sistemi temelden dinamitlenebilir. Müsteşarın nitelikleri, büyükelçilerin nitelikleri, genel müdürlerin nitelikleri, valilerin nitelikleri devletin yapısı ve işleyişleriyle ilgili bütün aktörlerin niteliklerini yine bir kişi belirleyecek. Bugün TBMM belirliyor. Yasası var. Yeni modelde başkan kimi isterse, ilkokul mezunu ister üniversite mezunu atayabilir. Bu yetkiyi parlamentodan alır bir kişiye verirseniz bunun çok ciddi sonuçları olur. Paralel devlet yapılanması 30-35 yılda devlere sızdılar değil mi? Bir kişiyi ikna ettiğinizde, kandırdığınızda veya sayın aldığınızda zaten devleti ele geçiriyorsunuz.

Siz diyorsunuz ki yeni teklifle birlikte Meclis'in yetkisi elinde alınacak diyorsunuz. Buna karşılık evet cephesi 'Aksine milletvekili sayısı 600 oluyor, cumhurbaşkanına soru sorma yetkisi veriliyor, seçimi yenileme yetkisi geliyor, HSYK’ya üye seçme hakkı veriliyor aksine saha güçlü hale geliyor' diyor. 

Kemal Kılıçdaroğlu: Sayısal olarak daha güçlü hale geldiği doğrudur. 600 milletvekili olacak. Bunun bedeli 187 trilyon lira. 550 milletvekili neyimize yetmiyor? Komisyonlarda yer almayan milletvekilleri yasa görüşmelerinde el kaldırıp indiriyorlar zaten. Yasaların içeriğini de çok fazla bilmiyorlar, araştırmıyorlar da. Bunu iktidar partisinin milletvekilleri söylüyor. Bakanlıkların kurulması yetkisini niye alıyorsunuz Meclis'ten. Bakanlık kurulacaksa yeni bir bakanlık kurulabilir Meclis'te. 

Yürütme yetkileri doğrudan cumhurbaşkanına geçiyor yasama sadece kendi işi yasama görevine odaklanıyor. 

Kemal Kılıçdaroğlu: Bugünkü anayasaya göre diyelim Ankara’nın Ayaş’ında bir sorun var konu Ulaştırma Bakanlığı'na ait. Çözülmüyor. Bir vatandaş Ankara milletvekiline dedi ki parlamentoda dile getirir misin dedi. Çıktı Ankara milletvekili parlamentoda sorun çözülmüyor sayın bakan bu soruya cevap ver diye sözlü sorusunu sordu. Bakan anayasaya göre kürsüye çıkıp cevap vermek zorunda. Yeni rejimde bu milletvekili bu soruyu asla soramayacak. O bakanda Meclis'e gelip bu soruya cevap verme tenezzülünde bulunmayacak. 

Yazılı olarak verilebilir. 

Kemal Kılıçdaroğlu: Kaç yazılı soru önergesine bugüne kadar cevap verildi? Niye cevap verilsin? Cevap verilmeyen yazılı soru önergesinin sayısı bini aşkın.

Teklifte 15 gün içinde cevap vermeli…

Kemal Kılıçdaroğlu: Bugünde var ama vermiyor. Orada 15 gün içinde cevap vermezse bakanlığı düşer var mı, maaşından kesilir var mı? Vermiyor. Yıllardır cevap verilmeyenler var. Hükümet programı mecliste güvenoyu almayacak. Neden? Güvenoyu alma tenezzülünde bile bulunmuyor. Bu 600 milletvekili niye seçiyoruz? O nedenle ısrar ediyorum Binali beye ısrar ediyorum sayın Bahçeli’ye gelin birlikte konuşalım, vatandaş bizi dinlesin, kim yanlış kim gerçekleri söylüyor vatandaş ona göre oy kullansın. TBMM yargıçları seçecek itiraz etmiyoruz. Ama bir partinin genel başkanı hakim tayin edemez. Kim hakime güvenir? Bir sürü adam devreye girecek başkana ulaşmaya çalışacaklar aman ne olursunuz beni buraya tayin edin, valla söz veriyorum cumhurbaşkanının hiçbir kararnamesini geri göndermem, ne derse emri başımın gözümün üstüne olur. Bunlar çıkacak ortaya. 

İktidar partisi diyor ki fesih yetkisi diye bir şey yok seçim yenilenmesi diye bir şey var. 

Kemal Kılıçdaroğlu: Adalet Bakanı TBMM’de konuşurken TBMM’ye fesih yetkisinin verildiğini tutanaklarda söylüyor. Kendi partinin adalet bakanı söylüyor. Kendi partisin Anayasa Komisyonu Başkanı söylüyor. ABD’de olmayan fesih yetkisini biz bu anayasa ile getiriyoruz diyor. Fesih diye bir kelime yok orada tabi. Fesih, bir kurumun seçilen üyelerinin görev süreleri dolmadan onların iradelerinin dışında görevlerine son verilmesidir. TBMM’ye seçildi mi milletvekilleri 5 yıl süreyle, kendileri erken seçim kararı alsalar bu fesih değil. Ama kendi iradeleri dışında başka bir irade onların görev süresine son veriyor. 

Fesih deyince sanki ortadan kaldırıyor dağıtıyor…

Kemal Kılıçdaroğlu: Dağıtıyor tabi. TDK’nın sözlüğünde var parlamentonun feshi. Ben TBMM’nin seçilmiş üyelerinin görev sürelerine son veriyorum bende gireceğim buyurun birlikte seçime girelim diyor. Bu fesihtir. Yeni anayasada hiçbir gerekçe göstermeden Meclis'i feshetme hakkına sahip. Mevcut anayasada da var. Orada 45 gün içinde hükümet kurulamazsa cumhurbaşkanı, Meclis'i feshedip erken seçime götürür. O yetkiyi alıyorlar 45 gün içinde kuralını kaldırıyorlar, gerekçe göstermeyi kaldırıyorlar ki orada da cumhurbaşkanı o kararı alırken TBMM başkanıyla görüşmek ve görüşünü almak zorundadır. Şimdi Meclis başkanı tamamen devre dışı.

Yeni sistemle devlette çift başlılığın kalkacağı ifade ediliyor ve hep Ecevit ile Sezer arasında anayasa kitapçığı krizi örnek veriliyor. Sahiden de böyle bir hareket hız ya da olası krizlerin önüne geçmek söz konusu olamaz mı yeni sistemde? 

Kemal Kılıçdaroğlu: Meclis başkanıyla ilgili tamamlamak isterim öncelikle. Bugün rejimde sayın cumhurbaşkanı bir yere gittiğinde yurtdışına veya hastalandığında yerine TBMM başkanı vekalet eder. Çünkü seçimle gelmiştir, parlamentoyu temsil eder, bütün parti gruplarına eşit mesafededir yani tarafsızdır. Dolayısıyla cumhurbaşkanlığını TBMM başkanı temsil eder. Yeni rejimde ise yerine seçimle gelmeyen birisi vekalet edecektir. Meclis tamamen güdük hale getiriliyor. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nde cumhurbaşkanını seçimle gelmeyen birisi hangi dönemlerde vekalet etmiştir. Darbe dönemlerinde. Neden seçimle gelen birisi temsil etmeyecek? Bana birisi anlatsın ben de öğreneyim. 

Burada itiraz belki cumhurbaşkanı yürütmenin başı sonuçta yürütmenin başı olarak kabineden bir ismin vekalet etmesi denebilir. 

Kemal Kılıçdaroğlu: Hiç itiraz etmem ama demokrasiye uygun değil. Neden seçimle gelen birisi vekalet etmesin? Neden TBMM’yi devre dışı bırakıyorsunuz? Seçim demokrasinin temel unsurlarından birisi. Sayın cumhurbaşkanı da seçimle geliyor TBMM başkanı da seçimle geliyor. Başkan yardımcıları tarafsızlık üzerine yemine etmezler cumhurbaşkanı tarafsızlık üzerine yemin eder, Meclis başkanı da tarafsızdır. Geçmişte sayın Sezer’le başbakan arasında tartışmalar oldu olabilir. Bunlar parlamentoda aşıldı. Sayın Abdullah Gül’ü parlamento seçmedi mi? Seçti. 

Ama Ecevit-Sezer krizinin bir ekonomik bedeli oldu elbette. 

Kemal Kılıçdaroğlu: O krizin ekonomik bedelini iyi ölçüp tartmak lazım. Ekonomi zaten çok zor durumdaydı. Amerika’dan Kemal Derviş’i getirdiler ekonomiyi düzeltmek için çok önemli kararlar aldılar. Merkez Bankası'nı siyasi otoritenin biraz dışına çıkarttılar ve ekonomiyi düzelttiler. Enflasyonu yüzde 100’lerden daha düşük rakamlara indirdiler. Bütün bunların hepsi dikkate alınarak o dönem değerlendirilmeli. Çift başlılık bu dönemle geliyor asıl. En baştaki kişinin iki şapkası olacak. Bir partinin genel başkanı bir de cumhurbaşkanı. Kimi temsil edecek? 80 milyonu mu kendisine oy veren seçmenleri mi? Valiyi kendisi tayin edecek partinin il başkanını da kendisi tayin edecek. Daha dramatiği diyelim seçim oldu ve çoğunluk partisi A partisi oldu. Ama yüzde 51 bulunmadığı için A partisinin başkanı parlamentoda çoğunluğu olmasına rağmen başkan seçilemiyor ikinci turda başka birisi seçildi. Parlamentoda çoğunluğu olan parti ile başkan arasında ciddi bir uyumsuzluk olacak. Asıl çift başlılık orada çıkacak. Bir partinin mutfağında anayasa hazırlarsanız, STK’lara sormazsanız, anayasa hukukçularına sormazsanız, hukuk fakültelerine sormazsanız tam bir felaket anayasası çıkar. 12 Eylül darbe anayasası yüzde kaç oyla kabule edildi? 91.7. 2010 anayasa değişiklikleri yüzde 58. Hayır demek yasaktı. Kenan Evren il il, sokak sokak dolaştı. Şimdi de aynı şeyi yaşıyoruz. Neredeyse hayır demek yasak valisi, kaymakamı, başkanı, cumhurbaşkanı herkes sokaklarda devletin parası gırla buna rağmen 'evet'i anlatamıyorlar. Ama tek düşmanları Kemal Kılıçdaroğlu. Çünkü Kemal Kılıçdaroğlu doğruları söylüyor. Çıksınlar sizin gibi burada onlarda bana sorsalardı. Veya siz hepimize sorsaydınız. 

Partinizin Konya Milletvekili Hüsnü Bozkurt’un açıklamaları var evet çıkarsa da İzmir’den denize dökeriz dedi. Bu tür açıklamaların siz kampanyanıza zarar verdiğini düşünüyor musunuz? 

Kemal Kılıçdaroğlu: Bu tür açıklamaları doğru bulmadığımı onaylamadığımı ifade etmiştir birkaç kez. Hayır diyenler teröristtir diye bir suçlama geldiğinde de ben televizyonlara çıkıp evet diyenin de hayır diyenin de başımın üstünde yeri var demiştim. Dolayısıyla evet veya hayır oyunu kullananları suçlamaktan siyasetçilerin uzak durması lazım. Sayın cumhurbaşkanının hayır diyenlerin de saygınlığı vardır noktasına gelmesi benim için sevindiricidir. Doğru bulmuyorum ve katılmıyorum. Konuşmadım ama ilgili arkadaşlara söyledik onlar konuşurlar. 

Parti içinde bir soruşturma veya bir aksiyon olacak mı? 

Kemal Kılıçdaroğlu: Kendisi sözlerinin çarpıtıldığını da ifade ediyor. Kullandığı sözcüklerden birisi,”emperyalist” sözcüğünü de kullanıyor. Bu cümleyi kurmasının temelinde yatan düşünce sanıyorum kendisi de açıkladı, bu yeni rejimde anayasa değişikliği ile bir kişiye olağanüstü yetkiler verdiğinizde o bir kişiyi ikna edip kandırdığınızda veya satın aldığınızda 24 saatte Türkiye Cumhuriyeti devletini bir kurum veya bir devlet ele geçirebilir. Çünkü bir kararname ile devletin bütün bakanlarını, başkan yardımcılarını, bütün valilerini, müsteşarlarını, emniyet müdürlerini, komutanlarını tek bir kararname ile değiştirebilirsiniz. Bu devletin ele geçirilmesi demektir. Çanakkale örneğini veriyorum. Çanakkale savaşında yedi düvelle çarpıştık. Avustralya’dan İngiltere’den Fransa’dan bir sürü insan geldi savaş gemileri geldi. Her karış toprağında şehit kanı vardır ama Çanakkale geçilmez destanı yazıldı. 3 yıl sonra bir kişiye yetki verildi gitti bir anlaşma imzaladı bütün o gemiler tek kurşun atmadan boğazdan geçtiler Dolmabahçe’nin önünde demirlediler ve İstanbul’u işgal ettiler. Bunlara karşı mücadeleyi hep birlikte verdik. Kendi bayrağımızın altında bağımsızca ve özgürce yaşamak için. Çünkü bir kişinin Türkiye'ye getireceği felaketi bundan daha güzel bir örnek anlatamaz. Bütün bu yetkileri bir kişiye veriyorsunuz. Vatandaşlarımın ne kadarı bu gerçekleri biliyor bilmiyorum ama bu gerçekleri anlatmak sadece benim görevim değil hepimizin ortak görevidir. Bu kadar yetkiyi bir kişiye vermek o kişi içinde haksızlık olur. O kişi çok iyi niyetli birisi olabilir bunları yapmayabilir ama ondan sonra gelen yapacak. Bu sıradan bir kanun değil bir anayasa. Anayasa değişikliğinin zorluklarını biliyoruz. Akıl süzgecinde geçirin vicdanınızda ölçüp tartıp öyle oyunuzu kullanın. 

17 Nisan sabahı eğer hayır çıkarsa hiç bir şeyin değişmeyeceğini ve mevcut düzenin devam edeceğini söylüyorsunuz. Peki evet çıkarsa Cumhuriyet Halk Partisi olarak tavrınız nasıl olacak? 

Kemal Kılıçdaroğlu: Evet çıkarsa demokrasiyi savunmaya devam edeceğiz. Bu ülkede çok partili hayata geçerken demokraside önemli bir adım attık. Parlamenter sistem kurulurken çok önemli bir adım attık. 141 yıllık bir parlamento geleneği var. Her aşamada parlamentonun yetkileri büyütülmüştür. Bizim parlamentomuzun bir özelliği var. Bu parlamento milli kuruluş savaşını yöneten bir parlamentodur o nedenle gazi unvanı vardır. Kıbrıs Barış Harekatı’nı yöneten bir parlamentodur. Bu parlamento 15 Temmuz darbe girişimini savuşturan bir parlamentodur. Bu parlamentonun yetkilerini almak doğru değildir. Tarihimize saygılı olmalıyız. Parlamento geleneğinden neden vazgeçiyoruz? Rejimi neden değiştiriyoruz? Bir rejimi değiştiriyoruz toplumun yarısı istiyor yarısı istemiyor diye bir tablo çıkıyor ortaya. Toplumun yarısı bir rejimi istemiyorsa orada huzuru sağlayamazsınız. Orada kavga olur. Rejimi değiştirecekseniz hep birlikte oturun konuşun. 

Cumhuriyet Halk Partisi parlamenter sistemden yana ve bu nedenle hayır diyor. Ama az önce dediniz 82 anayasası darbe anayasasıdır hepimiz karşı çıkıyoruz. O noktada sivil bir anayasa için Cumhuriyet Halk Partisi ne öneriyor? 

Kemal Kılıçdaroğlu: Biz sadece anayasa değişikliğini değil darbe hukukunu değiştirmek istiyoruz. Yani 12 Eylül döneminde çıkan ve demokrasiye aykırı olan hem yasaları hem anayasası birlikte değiştirmek istiyoruz. Bu ülkeye tam demokrasi gelsin. Avrupa dayatacak şunu yap diye biz toplanıp mecliste onu yapacağız. Ben sayın Binali Yıldırım’a da sayın Davutoğlu’na da söyledim bu parlamentodan el birliği ile demokrasi çıtasını yükseltebileceğimiz bütün yasal değişiklikleri yapalım. Biz bütün o değişiklikleri Avrupa demeden oybirliği ile yaptık diyelim. Bizi tam üye olarak alın bakalım. Emin olun parlamenter demokratik sistemin sorunları var. 12 Eylül darbe hukukundan kaynaklanıyor. Bugün sordular 600 milletvekili olacak milli irade oraya yansıyacak dediler evet çadırında. Dedim ki, “milli irade oraya yansımıyor. Yüzde 10 seçim barajı olduğu zaman milli irade tam yansımaz oraya. Yüzde 1 oy alan partinin genel başkanı da gelsin Meclis'te konuşsun”. Milli irade tam yansımış olur oraya. Neden siyasi ahlak kanunu yok. Lider sultasına neden son vermiyoruz. Ben TBMM başkanın yazdığım bir mektupta da bütün bu talepleri kendilerine ifade ettim. Evet çıkarsa ne olur? Yabancı sermaye gelmez. Hiç kimsenin can ve mal güvenliği olmaz. Bir başkan kalkar OHAL ilan eder 3 gün sonra sizin mal varlığınıza el koyar. Şimdi OHAL ilan etmek o kadar kolay değil. MGK kararı gerekiyor. Meclis OHAL bile ilan edemez onu da başkana veriyoruz. Bu nasıl meclis?

İstifa eder misiniz sorusu çok soruldu size. İktidar cephesi diyorlar ki sayın Kılıçdaroğlu tek adamlıktan bahsediyor ama Cumhuriyet Halk Partisi başında seçim mağlubiyetleri sonrası hala koltuğunda oturuyor bu da bir tek adamlık değil mi sorusunu soruyor. 

Kemal Kılıçdaroğlu: Benim gibi tek adam olsunlar. Ben demokrasiyi savunuyorum. Biz de kurultaylar var, onlar gibi değil. Biz de genel başkan adayları çıkarlar. Biz grup başkanvekillerimizi bile seçimle belirliyoruz. Onlar hangisini belirliyorlar. Sayın Davutoğlu’na bakın yüzde 49 buçuk oy aldı saray darbesi ile koca Başbakan gitti. Binali Bey geldi. Kendi kurultayları mı seçti? Bir kişi sen dedi genel başkan olacaksın. Binali beyle sayın Erdoğan arasında bir uyumsuzluk mu var? Nerede çift başlılık var. Espri olsun diye söylerim Binali beyin 80 düğmesi olsa ceketinde sayın Erdoğan’ı 8 metre öteden görse 8 saniyede bütün düğmeleri ilikler. Öyle kaşı çıkacak filan yok. Hangi gerekçe ile istifa edeceğim anayasa oylaması yapıyoruz. Parti seçimi yok. Hala biz bir anayasa oylaması yaptığımızın farkında değiliz. Biz bir rejim değişikliğini oyluyoruz. ‘Cumhurbaşkanı taraflı mı olmalı tarafsız mı olmalı’ bu kadar basit bir soruya cevap arayacağız. Tarafsız olmalıdır deniyorsa hayır denecek. Bir partinin genel başkanı mahkemelere hakim tayin etsin mi etmesin mi? Etmesin diyorsan hayır diyeceksin. Bir kişi 80 milyonun seçtiği TBMM’yi hiçbir gerekçe göstermeden feshedip seçime götürmesin diyorsan hayır oyu kullanacaksın. Bunun partilerle ilgisi yok olay bu.

kaynak: hurriyet.com.tr

4 Nisan 2017 Salı

ByLock listesini saklıyorsanız kontrollü darbe akla geliyor


CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul’da TV yöneticileriyle bir araya geldiği toplantıda, FETÖ mensuplarının haberleşme ağı ByLock’u kullanan milletvekillerinin açıklanmasını istedi. ‘AK Parti içinde 120-150 kadar FETÖ’yle bağlantılı vekil olduğunu’ iddia eden Kılıçdaroğlu, “Siz bu listeleri saklıyorsanız insanın aklına 15 Temmuz’un kontrollü bir darbe olduğu geliyor” dedi.


CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu televizyon kanallarının genel yayın yönetmenleri, haber koordinatörleri ve haber müdürleriyle İstanbul’da kahvaltıda buluştu. Kılıçdaroğlu gündem ve referandumla ilgili açıklamalar yaptı. Kılıçdaroğlu, FETÖ mensuplarının kullandığı kripto haberleşme programı ByLock’u kullanan milletvekillerinin açıklanmasını istedi.

‘150 BYLOCK’ÇU VEKİL VAR’

15 Temmuz darbe girişiminin ‘siyasi ayağının neden açığa çıkarılmadığı’ sorusunu yineleyen Kılıçdaroğlu, “AK Parti içinde 120-150 kadar FETÖ’yle bağlantılı ya da ByLock’çu milletvekili var, bunları açıklasınlar” çağrısında bulundu. Bu milletvekillerinin listesinin hükümette olduğunu ancak ısrarla açıklanmadığını öne süren Kılıçdardoğlu, “Savcılıklara bu isimler seçilerek gönderiliyor, suçluyu korumak suçtur. Gizleniyorsa hangi gerekçeyle gizleniyor? Bunun açıklanması lazım. Kendi içlerindeki ByLock’çuları saklıyorlar, gizliyorlar. Bank Asya’nın önünden geçeni bile tutuklarken FETÖ’cü diye, ByLock kullanan bu isimlerin, bu milletvekillerinin korunması kabul edilemez. Binali Yıldırım’ın listeleri elinde tutan güvenlik birimlerini arayıp bu listeleri bana getirin demesi gerekir” dedi. “Sizde bir liste var mı?” sorusuna ise Kılıçdaroğlu, “Bu konuda herhangi bir yorum yapmak istemiyorum” yanıtını verdi.

ÖNCEDEN HABERLERİ VARDI

“Siz bu listeleri saklıyorsanız insanın aklına 15 Temmuz’un kontrollü bir darbe olduğu akla geliyor” yorumunda bulunan Kılıçdaroğlu, “9.30’da darbe mi olur diye sordum kendilerine. Onlar da ‘Önceden deşifre oldular’ dedi. Demek ki bu onların önceden darbeden haberleri olduğu anlamına geliyor. Ayrıca FETÖ’cülerin ifadeleri de kontrollü darbe olduğu kanısını güçlendiriyor” diye konuştu.

Kılıçdaroğlu, “Hangi ifadeler bu kanınızı güçlendirdi?” sorusuna “Onunla ilgili özel bir dosya hazırladım. Daha sonra bu özel dosyaları aktarabileceğim bir toplantı yapabilirim” yanıtını verdi. Kılıçdaroğlu “Peki sizce neden kontrollü darbeye ihtiyaç duyulmuş olabilir? Bu konuda bilgi edinebildiniz mi?” sorusuna ise yanıt vermekten kaçındı.

“Biz Adil Öksüz adını dile getirmeden önce kimse bu ismi dile getirmedi” diyen Kılıçdaroğlu, “Adil Öksüz’ün kullandığı GPS cihazı hangi devlet kurumu tarafından ithal edilmiştir, bu açıklanmalı. Alın size darbe ile ilgili ipucu” diyerek bir başka tartışmayı daha başlatmış oldu.

CİDDİ BİR ‘HAYIR’CI KİTLE VAR



Anayasa referandumuna da değinen Kılıçdaroğlu, anket yaptırmadıklarını, alandan izlenim edindiklerini ifade ederek, şu değerlendirmeleri yaptı: “Ciddi bir gizli ‘hayır’cı kitle var. Bu kitle baskılar nedeniyle ‘evet’ oyu vereceğini açıklıyor ama sandığa gittiğinde ‘hayır’ oyu verecek. Sonuçta bir Anayasa değişikliği oylanacak, seçim değil. Seçmenlerin buna göre oy vermesini istiyorum. Bir partinin mutfağında hazırlanan bir anayasa toplumun anayasası olamaz. Kanaatim ‘hayır’ çıkacağı yönünde. 15 yıldır tek parti iktidarı var. Hiçbir engel yok, neyi yapamıyorlar ki başkanlık sistemi geldiğinde yapacaklar. Sonuçta 2.5 yıldır fiili başkanlık sistemi devam ediyor. Zaten Türkiye’de doğru düzgün bir tablo yok. Çift başlılık olduğu iddiası gerçeği yansıtmıyor. Bu tam bir aldatmaca. Asıl cumhurbaşkanlığı sistemi gelirse çift başlılık olacak. İl başkanını da valiyi de cumhurbaşkanı atayacak. Hem partisinin genel başkanı hem de cumhurbaşkanı olacak. Bürokrasi ve siyaset aynı kişi tarafından şekillendirilecek, bizim bunu kabul etmemiz mümkün değil.”

alıntı: hurriyet.com.tr

29 Mart 2017 Çarşamba

Erdoğan’ın Lise, Üniversite ve Askerlik Dönemleri ile Diploma Sorunsalı


Bu yazı, çeşitli gazete, sosyal medya ve bloglarda yayımlanan yazılardan alıntıdır.
Yayımlandığı bazı ortamlarda Gökçe Fırat, bazılarında Turan Akıncı yazıları yazıyor.
Biz, bu önemli yazıyı sadece tarihe not düşmek ve arşivlemek amacıyla buraya alıyoruz.

Hiç bir şeyi ispat etmek veya suçlama niyetinde değiliz, sadece bu yazıdaki soruların kafamızı kurcalayan sorular olduğunu ve cevaplandırılması gerektiğini düşünüyoruz.

İşte o yazı:
___________________________________________________
Tayyip Erdoğan’ın diploması yine gündemde.
Yani olmayan diploması.
Diploma meselesinin önemi büyük.
Çünkü diploması yoksa, cumhurbaşkanlığı düşer, hatta düşmekle kalmaz, hiç cumhurbaşkanı olmamış kabul edilir.
Attığı her imza geçersiz olur, yaptığı tüm atamalar düşer, hatta onayladığı hükümet bile otomatikman düşer.
Dokunulmazlığı kalkar.
Silivri’yi boylar!
O kadar kritik bir konu yani.

İlkokul

İsterseniz Tayyip Erdoğan’ın eğitim hayatına daha yakından bir göz atalım.
26 Şubat 1954 doğumlu.
Kasımpaşa Piyale Paşa İlkokulu’nu 1965’te bitirmiş.
İlkokul Eylül ayında başlar. Yani 6 yaşında okula başlamış olsa 1960 yılının Eylül ayında ilkokula kayıt yaptırır.
1960-61, 1961-62, 1962-63, 1963-64, 1964-65 dönemlerinde okula devam eder.
Kayıpsız bir şekilde mezun olur.
Hiç belli etmiyor deseniz de demek ki ilkokul diploması var!

Ortaokul-Lise

1965’te ilkokulu bitirdikten sonra İstanbul İmam Hatip Lisesi’ne giriyor.
O yıllarda orta kısım 4 yıl, lise kısmı ise 3 yıl, toplamda 7 yıllık eğitim veriyor.
1965-66, 1966-67, 1967-68, 1968-69 dönemlerinde orta kısım 1969-1970, 1970-71, 1971-72 yıllarında lise kısmı.

Yani Tayyip Erdoğan’ın 1972 yılında İstanbul İmam Hatip Lisesi’nden mezun olması gerekir.
Ama 1973’te mezun olmuş!
1 yıllık bir kayıp var, acaba Tayyip Erdoğan 1 yılı tekrar mı etti?
Yani sınıfta mı kaldı?
Lise yıllarında pek başarılı bir öğrenci olmadığını zaten arkadaşları da aktarıyor.

Süleyman Demirel’den Turgut Özal’a kadar, tüm devlet liderlerinin ilkokul karnelerine kadar, aldıkları tüm notları biliyoruz.
Öyle ki Osmanlı döneminde okuyan Mustafa Kemal’in bile okul sicilleri, karneleri, ders notları elimizde.
Ama Tayyip Erdoğan’ınki yok!

Neden?

Kasımpaşa Piyalepaşa İlkokulu veya İstanbul İmam Hatip Lisesi, böylesine önemli bir mezun verdiğine göre, o talebenin tüm sicil defterini, karnelerini, okul notlarını, çerçeveletip okul girişinde neden sergilemez?
Biz cumhurbaşkanımızın ortaokul veya lisede sınıfta kalıp kalmadığını bile bilemiyoruz!

Üniversiteye nasıl girdi?

Aslında bu lise son sınıf devresinin üzerinde durmak gerek.
Çünkü o iki yıl çok kritik.
12 Mart dönemi.
1971-73 arası.
Artık lisede reşit bir öğrenci.
1973’te İmam Hatip’ten mezun oluyor ama üniversiteye girme hakkı yok.
Çünkü o tarihlerde, İmam Hatip mezunları İlahiyat dışında bir bölüme giremiyorlar. Girmek isteyen olursa normal bir liseden diploma almak zorunda.
Tayyip Erdoğan da, çok dini bütün bir insan olduğu için İlahiyat’ta okumak istemiyor, Ticari İlimler okumak istiyor!
Bunun için de önünde bir yol var. Lise fark derslerini verip, bir diploma alıp, üniversiteye girebilir.
Ortaokul-lise döneminde 1 yıl sınıf kaybı olan Tayyip Erdoğan, 1973 Haziran’ında liseyi bitirip eve kapanır, ders çalışır ve Ekim ayında Eyüp Lisesi’nden diploma alır!
Sonra bu diplomayı alır ve Aksaray Ticari İlimler Akademisi’nin yolunu tutup orada kayıt yaptırır.

Lise fark diploması neden yok!

1973 yılında Ekim ayında yine de üniversiteli sayılamaz.
Çünkü kayıt yaptırdığı yer üniversite değil Akademi’dir.
Bir tür Yüksek Okul ama üniversite değil!
1973’te kayıt yaptırırken Akademi’ye iki adet diploma sunmuş olması gerekir.
Birincisi, İstanbul İmam Hatip Lisesi diploması.
İkincisi, Eyüp Lisesi diploması.
Bildiğimiz kadarıyla İmam Hatip diploması var ama Eyüp Lisesi diploması yok!

Eyüp Lisesi, bu pırlanta öğrencisini mezunları arasında saymasına rağmen, diplomasını çerçeveletip okul girişine asmamış!

Kaldı ki Eyüp Lisesi’nde verdiği kaç fark dersi var, bu sınavlar ne zaman yapılmış, bu sınavlardan kaç almış, bu kayıtlar da ortada yok.

Eyüp Lisesi’ne ait öğrenci numarası ve sicil kaydı yine yok.

İnsan ister istemez meraklanıyor, nerede bu diploma?
Ya da var mı böyle bir diploma!?
Hadi diyelim Eyüp Lisesi bu kadar ihmalkar, Aksaray Ticari İlimler Akademisi’nde her iki diplomanın da orijinali ya da noter onaylı bir sureti olmak zorunda.

Eğer Aksaray Akademisi sonradan Marmara Üniversitesi haline dönüştü ise, o zaman da Marmara Üniversitesi’nde, Tayyip Erdoğan’a ait bir pembe karton kapaklı sicil dosyası olmalı. Burada da bu diplomalar olmalı!

Ama yok!

Sahi nerede bu Eyüp Lisesi diploması?!

Üniversite yılları

Gelelim Akademi günlerine…
1973 yılında Akademi’ye girmiş.
Normal şartlar altında, 1976 yılında mezun olması gerekir. Çünkü okul 3 yıllık.
Ama mezuniyet tarihi 1981!
3 yıllık okulu 8 yılda bitirmek!
Hadi hakkını yemeyelim. Son yılı şubat döneminde bitirmiş, yani yarım sene eksiği var.

Ama sayalım:
1973-74, 1974-75, 1975-76, 1976-77, 1977-78, 1978-79, 1979-80, 1980-81.
Yine 7.5 yıl ediyor!

Burada hemen bir duralım ve 8 Aralık 2013 tarihine dönelim ve Başbakan Tayyip Erdoğan ne demiş okuyalım:
“Üniversitelilere sınırsız af diye bir şey tanımıyoruz. Çünkü bu öğrenciler üniversiteleri terör alanına çevirdiler. Hazırlığımızı yapıyoruz, 6-7 yıl içinde bitirdin bitirdin. Bitiremedin güle güle?” dedi.
Bak sen şu Tayyip’e!
Sen 3 yıllık Akademi’yi 7.5 yılda bitir ama 4-5 yıllık üniversiteyi 6-7 yılda bitiremeyen öğrencileri okuldan şutla!..
3 yıllık okulda 7.5 yıl öğrencilik.

Lise döneminde 1 yıl kaybı olan bir öğrenci için, normal bir kayıp diyebilirdik belki.
Ama biliyoruz ki, Lise’de 1 yıl kaybeden Tayyip Erdoğan, 1973 yazından itibaren çok çalışkan bir öğrenci olmuştur ve fark derslerini bir çırpıda vermiştir!
Hadi diyelim tekrardan biraz tembelleşti.
Ya da rehavete kapıldı.
Ama 3 yıllık okulda, 7,5 yıl kayıt silmeden kimseyi tutmazlar!

Birinci ihtimal; kaydı silindi, diploması o yüzden yok!

İkinci ihtimal; kaydı silindi ama 1981’de afla geri döndü ve okulu bitirip diplomayı aldı.

Ama her iki halde de, kayıt silme belgesinin olması gerekir.

Nerede bu belge?

Afla döndü ise, başvuru belgesi nerede?
İki belge de yoksa, nerede bu öğrenci?

Arkadaşsız öğrencilik

Aslında bu da üzerinde çokça durulan bir konu.
Tayyip Erdoğan’ın üniversite arkadaşı hiç yok.
Onu tanıyan, bilen, gören, duyan kimse yok.
Düşünsenize, sizinle aynı sırada oturan, aynı sınıfınızdaki arkadaşınız, önce Büyükşehir Belediye Başkanı oluyor, sonra Başbakan ve şimdi de Cumhurbaşkanı.
Ama bir tane bile üniversite arkadaşı çıkmıyor.
Üstelik, İmam Hatip arkadaşları ile çok sıkı bağlarını onlarca yıl sürdüren vefalı bir arkadaştır Tayyip Erdoğan.
Ve yine tüm arkadaşlarını kollayan, iş veren biri.
Neden bir tane arkadaş çıkmaz şu Akademi’den?

İki kritik yıl: 1971-1981

İsterseniz Tayyip Erdoğan’ın lise ve üniversiteden mezun olduğu, ya da mezun gözüktüğü veya gösterildiği iki yıla odaklanalım.
1972’de bitirmesi gereken liseden 1973’te mezun oluyor.

Yıllar 1971 darbesi dönemi.
MİT’in İslami kesimler içine sızdığı yollar.

Mümtaz’er Türköne 5 Temmuz günü şu satırları yazdı:
“70’lerin başına ait bir hikâye. Üniversitede okurken polisler sebepsiz yere Siyasî Şube’ye alıyor; iyi polis-kötü polis muhabbeti ile korkutucu bir sorgudan geçiriliyor. En nihayetinde üçüncü bir kişi ‘bize çalışacaksın’ diye meseleyi bağlıyor. İslâmcı dostum, ‘Ben reddettim, ama çevremde aynı tezgâha düşüp teklifi kabul eden çok sayıda tanıdığım olduğunu anladım’ diye bitirdi hikâyeyi.”
Ertesi gün Ali Bulaç açıklama yaptı. O kişi benim ve olay doğrudur diye…

1970’lerin başı…

Liseyi bir yıl uzatan bir isim, kendi ifadesine göre İslamcı hareketin içinde yer alan bir isim Tayyip Erdoğan!
Acaba?
10 yıl ileriye gidelim ve 12 Mart’tan 12 Eylül darbesi dönemine gelelim.
1976’da bitirmesi gereken Akademi’yi 1981’de bitiriyor.
Tesadüf yine darbe dönemi.
Her iki darbe döneminde de, Tayyip Erdoğan’a kimse dokunmuyor.
Kendi ifadesi ile İslamcı gençliğin en önde gelen lideri olduğu halde.
12 Eylül’ün en önemli nedeni olarak gösterilen Konya mitinginin başında olduğu, İstiklal Marşı okunurken oturma eylemi yaptığı halde…
Diğer İslamcılar hapse atılırken, Tayyip Erdoğan’a üniversite diploması veriliyor!

MİT ajanı mı?

Aslında diplomalardaki tutarsızlıklar, başka bir şeyin göstergesi.
Akademi’ye nasıl girdi?
Neden hiç devam etmedi?
Neden ve nasıl diploma alabildi?
Bunun ülkemizde tek açıklaması olabilir:
Ya Emniyet ya da MİT elemanı ya da personeli olmak!
Tayyip Erdoğan’ın okul yıllarındaki karanlık, ancak MİT arşivine bakılarak aydınlatılabilir.

Sahte geçici mezuniyet belgesi

Gelelim işin sahtecilik kısmına.
Tayyip Erdoğan’ın elinde 1981 yılında aldığı geçici mezuniyet belgesi var.
Ama bu geçici mezuniyet belgesi
Mühürsüz,
Resimsiz,
İmza sahte.
Bir belgede üç ayrı kalpazanlık!
Mühürsüz mezuniyet belgesi asla olamaz.
Mühürsüz hiçbir devlet evrakı olamaz.
Mühür varsa devlet vardır, mühür yoksa devlet yoktur!
Kaldı ki Tayyip Erdoğan’la aynı yılda ve dönemde geçici mezuniyet belgesi alanların evrakında mühür de var, fotoğraf da var.
Üstelik imzalar farklı.
Tayyip Erdoğan’ın geçici mezuniyetindeki dekan Doç. Dr. Sinan Arıtan’ın imzası ile diğer geçici mezuniyet belgelerindeki dekan Doç. Dr. Sinan Arıtan’ın imzası farklı.

Belli ki Tayyip Erdoğan, askerliğini yedek subay olarak yapmak için bir sahte belge düzenlemiş.
Belki kendi isteğiyle belki de üstlerinin yönlendirmesiyle.
1982 yılının askerlik belgelerine bakılarak, Tayyip Erdoğan’ın nasıl yedek subay olabildiği araştırılabilir. Askerlik şubesindeki dosyasında neler var. Askeri birliğindeki dosyasında ne evraklar var.

Yedek subay kantinci?

Kaldı ki burada da bir başka sıkıntılı durum var.
Tayyip Erdoğan, kendi hayat hikayesini anlatırken askerliğini 1979 yılında yaptığını anlatıyor.
Ama askerlik kayıtları 1982’yi gösteriyor.
(Bu arada Soner Yalçın, Kayıp Sicil’de 1983 olarak belirtmiş)
Öyle garip bir durum ki, askerliğini 1979’da yaptığına dair gazete küpürleri ve bir de asker şapkalı bir resim var.
Hafıza yanılır.
Çünkü insan yanılır.
Ama bir insan askerliğini 1982’de yapıp da 1979’da yaptığını anlatamaz.
Basit bir nedeni var, 1980’de darbe oldu.
Tayyip hem 1979’da askerlik yaptığını iddia ediyor, hem de 1980’da darbede gözaltına alınıp Metris’e atıldığını.
Herkes Metris yalanına gülüyor, bir caka satma olayı diye.
Ama daha vahimi, Tayyip, Metris kurulduğunda Metris’i kuran ordunun yedek subayı!
Üstelik bunu da karıştırıyor.
Burada hemen askerlik parantezi de açalım derim.
Tayyip’in askerlikle ilgili de bir fotosu ve arkadaşı yok!
Tıpkı üniversite gibi.
Kantinci olduğunu söylüyor ama sadece tek başına çekilmiş bir fotosu var.
Bu arada Ergün Poyraz’ın yayınladığı askerlik belgesinde kantin subayı değil takım komutanı gözüküyor.
Yoksa diyorum, bu belge de mi sahte?
Garip değil mi?
Hem hayalet öğrenci…
Hem hayalet asker…

Bu işte sizce bir MİT yeniği yok mu?
Tayyip Erdoğan’ın askerlik fotosu olmadığı için şüpheler oluşunca, Rize Müftüsü Yusuf Doğan bir foto yayınladı Tayyip Erdoğan’ın da olduğu.
Ama Yusuf Doğan askerliğini 1983’te Kıbrıs’ta yapmıştı!
Her yalanı kapatmak için başka bir yalan çıkıyordu piyasaya.

Sahte diploma

Aslında üniversiteden diploma almanız şart değildir. Geçici mezuniyet belgesi ile de pek çok işleminizi yapabilirsiniz.
Prosedür şöyledir.
Okuldan mezun olduğunuz an, üniversite size bir geçici mezuniyet belgesi verir. Ama hemen akabinde diploma da hazır olur ve diplomalar arşivinde saklanılır.
Siz okula gittiğinizde öğrenci işlerine gider ve ben diplomamı almamıştım dersiniz, arşivden çıkartıp verirler.
Yani zaten hazır olan diploma size verilir, yeniden bir diploma düzenlenmez!
Tabi verirlerken imzanızı alırlar, teslim tesellüm belgesi ile.
Tayyip Erdoğan, 1981’de mezun olduğunda Akademi mevcut.
O yıl içinde mutlaka diploma hazırlanmış olmalı.
1982 yılında Akademi Marmara Üniversitesi’ne bağlandı ise, bu diploma, arşivle birlikte Marmara Üniversitesi arşivine devredilmiş olmalı.
Yani Tayyip Erdoğan’ın elinde, üzerinde Marmara Üniversitesi yazmayan bir diploma mutlaka olmalı!

Ama yok!

Marmara Üniversitesi, eski diplomaları imha edemez. Saklamak zorundadır. Ama bir imha kararı alınacaksa, bu da üniversite karar defterinde yazılı olmalı.
Kararsız imha olamaz.
Ama böyle bir karar da yok!

Diploma ihtiyacı

Aslında Tayyip Erdoğan’ın bir diplomaya da ihtiyacı yok ki.
Bir dönem muhasebecilik yapıyor, sonra particilik. Ondan diploma isteyecek kimse yok. Zaten 1981’de mezun olan Tayyip Erdoğan, 1994 yılına kadar okula uğramıyor ve diploma da almıyor.
1994 yılanda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday oluyor.
İşte o tarihte diploma gerekiyor.
Ya da kendisi öyle hissediyor.
YSK’ya bir diploma veriyor.
Dikkat edin tarih 1994!

Peki bu diploma nerede?

Evet bu diploma ortalıkta yok!
İki diploma ikisi de sahte
Ama Ergün Poyraz bu diplomayı yayınladı.
Ne zaman?
Tam da cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında.
26 Eylül 2015’te Oda TV haber sitesinde.

Ama bu tarihte başka bir şey daha olmuştu, Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı adayı olunca, Yusuf Halaçoğlu, Tayyip Erdoğan’ın 4 yıllık üniversite mezunu olmadığını, bu nedenle aday olamayacağını açıklamıştı.

Peki ne oldu?
Bunun üzerine Marmara Üniversitesi hemen Tayyip Erdoğan’a bir diploma düzenleyip verdi.

Artık diploması vardı!

Ama büyük bir hata yapmışlardı. Verdikleri yeni diploma ile 1994’te Tayyip Erdoğan’ın YSK’ya sunduğu diploma farklıydı!

Yani iki diploması vardı artık Tayyip Erdoğan’ın ve ikisi de birbirinden farklıydı.
İki sahte diploma!

Kim sahtekar?

Marmara Üniversitesi’nin bir kabahati yoktu aslında.
Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması gerekiyordu ama diploması yoktu.
Mecbur bir diploma vereceklerdi.
Yoksa hapsi boylarlardı.
Onlar da kendilerince bir diploma hazırladılar.
Ve tam da o dönemde İstanbul Anadolu 5. Sulh Ceza Mahkemesi, Marmara Üniversitesi’nin diploma erişim linkine erişimi yasakladı.
Bir haltlar karıştırıyorlardı ve bu ortaya çıksın istemezlerdi.
Sadece bu karar bile, ortada bir kalpazanlığın olduğunun kanıtıdır.
Erişim engellendi, üniversite rektörlüğü sahte diplomayı üretti ve açıkladı.
Ama üniversitenin Tayyip’in daha önce bir diploma aldığından (ya da kendisinin hazırladığından) haberi yoktu ve şimdi iki diploma birbirini tutmuyordu.

Sıkıntı şuradaydı, üniversite bir kişiye 1994’te diploma verdi ise, bunu bilirdi.

Belli ki Tayyip Erdoğan, bu diplomayı üniversiteden almamış kendisi hazırlamıştı, o nedenle üniversitede kaydı da yoktu.
Eğer üniversiteden alınmış olsaydı, bu kaydı gören üniversite Tayyip Erdoğan’ı uyarır, siz zaten daha önce bir diploma almışsınız derdi.
Gerçekten de aldığınız diplomayı kaybedebilirsiniz, çaldırabilirsiniz vb. Böylesi durumlarda bir kayıp ilanı çıkartır, o ilanla başvurur, o kayıp ilanı üzerine üniversite size yeni bir diploma verir.
Ama işte bu prosedür de uygulanmamıştı.

Biri Tayyip Erdoğan’ın hazırladığı,
Diğeri Marmara Üniversitesi’nin hazırladığı iki ayrı diploması olan
Ve ikisi de sahte olan bir cumhurbaşkanımız var.

Ne kadar övünsek azdır.

Marmara’nın sahte diploması

Marmara Üniversitesi’nin yeni hazırladığı diploma da baştan aşağı sahteydi.
Nasıl mı?
Diplomada 1981 Şubat mezunu yazıyor. Ama üniversitelerde Şubat diye bir dönem yoktur. Güz dönemi ya da yaz dönemi yazması gerekir.
Üniversitenin altında dekan olarak Prof. Dr. Ömer Faruk Batırel ismi ve imzası var. Ama o Ömer Faruk Batırel o dönemde ne dekan ne de profösör.
Geçici mezuniyet belgesindeki öğrenci numarası ile diplomadaki öğrenci numarası da birbirini tutmuyor üstelik!
Ve bir üniversite böyle abuk sabuk bir diploma düzenler mi?

Bu sahte diploma üzerine yazılar çıkmaya başlayınca, AKP’nin internet trolleri bir belge yaymaya başladılar internet üzerinde.
İngiltere’den Principal Forensic Service adlı bir adli kuruluştan, Anthony Stockton’un diplomayı incelediği ve doğruluğunu onayladığı iddia ediliyordu.

Sonra Nokta dergisi uzmana ulaştı, uzman çok şaşırdı, ne böyle bir belge incelemişti ne de böyle bir rapor vermişti.

Yani sahte diplomanın sahte olmadığını ispatlamak için sahte bir rapor düzenlemişlerdi.

Eee reislerine özenmişlerdi doğal olarak.

Diplomasız başkanlık

Diyelim ki üniversite diploması sahte.
Kim ne yapabilir ki mi diyorsunuz…

Yanılırsınız.

Hukuk sistemi, bir anda ters bir hamle yapabilir.

İşte o zaman Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanlığı mevkiini yitirebilir.
Zaten o da bu riski görüyor, o nedenle Başkanlık sistemini istiyor.

Başkan olursa, Başkanlık yeter şartı olarak üniversite mezunu olmak aranmayacak.
Zaten 2007’den itibaren yaptıkları Anayasa taslaklarında cumhurbaşkanının ilkokul mezunu olması yeterliydi!

Tabii Tayyip Erdoğan yerine Abdullah Gül cumhurbaşkanı oldu ve o Anayasa değişikliğine gidilmedi.

Bu arada da sahte diploma ile Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı oldu, üstelik Anayasa değişikliği de yapılmamıştı.
İşte o nedenle üniversiteye erişim engeli kondu.

Diploma sahte dedi ölü bulundu

Ama bu dönemde sadece erişim yasağı konmadı, bir de şüpheli bir ölüm gerçekleşti.
Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklayınca, onunla aynı dönemde Aksaray Ticari İlimler Akademisi’nde okuyan muhasebeci Ömer Başoğlu, “Recep Bey’in Diploma Kalpazanlığı” başlıklı bir video hazırladı ve facebook sayfasından paylaştı.

Sonra olanlar oldu.

Video ortadan kaybedildi.
Banka hesabına bile bloke konuldu.
Ve birgün Ömer Başoğlu evinde ölü bulundu.
Kimilerine göre zaten ölümcül hastalığı vardı ama zamanlaması pek manidardı.

Diploma kaydı yok!

Son olarak, Ankara’da görülen dava haber olunca, Oda TV muhabiri bir uyanıklık yaparak yeni bir haber yaptı.
Marmara Üniversitesinin diploma sorgulama bölümü vardı.
Link üzerinden ister isim yazarak, ister TC kimlik numarası ve okul numarası ile, diplomanız var mı yok mu sorgulayabiliyordunuz.

Muhabir Tayyip Erdoğan için arama yaptı, diploma kaydı yoktu!

Ne olur olmaz diye, bu defa videoya da kaydetti.

Bu haber üzerine 29 Mayıs tarihinde ben de aynı aratmayı yaptım, Tayyip Erdoğan’ın diploma kaydı yoktu.
Attığımız twitlerle olayı duyurunca, sahte diploma Türkiye’nin en çok konuşulan olayı haline geldi.
Ve bunun üzerine Marmara Üniversitesi, sorgu bölümünü değiştirdi.
Artık Tayyip Erdoğan’ın diploma kaydı var!

Sahte diplomaya dava açmıyor!

Kısacası olay basit bir sahtecilik değil.
Organize ve ısrarlı bir sahtecilik sürüyor.
Ve her şeye dava açan Tayyip Erdoğan, bu sahtecilik iddialarına dava açmıyor.
Şimdiye kadar bana 7 dava açmıştı, diploma ile ilgili yazama dava açmadı.
Ergün Poyraz’ın iddialarına da dava açmadı, Yalçın Küçük’e de Yusuf Halaçoğlu’na da…
Garip bir durum değil mi?
________________________________________

Tayyip Erdoğan’ın diploması sahte mi değil mi? Nasıl anlaşılır?

İlkokula kayıt olursunuz. Kayıt olduğunuz andan itibaren size bir ilkokul numarası verilir. Bu sizin ilkokul “kimlik” ya da “sicil” numaranızdır.
İlkokul’da her yıl sonu bir karne alırsınız. Bu karneler size verilir ama okul kütüğünde tüm karneler sizin sicil defterinize kaydedilir. Bu defterler atılmaz, saklanır.
İlkokulu bitirirken size bir diploma verilir. Diploma verildiği andan itibaren mezun olursunuz.
Bir işe başvuracak olursanız eğer, o diplomayı, aslını ya da fotokopisini, ya da noter onaylı bir suretini işyerinize sunarsınız.

Eğer orta eğitime devam edecekseniz bu diplomanın aslını gireceğiniz ortaokula teslim edersiniz.
Ortaokulda da aynı prosedür devam eder. Yeni bir numaranız, yeni bir sicil kaydınız olur. Ortaokuldan mezun olurken de yine bir diploma alırsınız.

Sonra lise hayatı başlar, liseye girerken bu defa ortaokul diplomanızı liseye teslim edersiniz. Yeni bir numara ve yeni bir sicil defteri.

Liseyi bitirirken de yine bir diplomanız olur. Üniversiteye girerken de o diplomayı teslim edersiniz.

O halde üniversiteye girerken mutlaka ve mutlaka bir diploma teslim etmeniz gerekir. Bu teslim edilen diplomayı üniversite saklar.
Üniversiteyi bitirirken üniversite size bir diploma verir.

Peki üniversite mezununun elinde ne kalmıştır.
Sadece bir üniversite diploması.
Peki lise diploması.
O hâlâ üniversite arşivindedir ve saklanır.

Marmara Üniversitesi’nin diploma belgesi sunması yeterli değildir.
Tayyip Erdoğan’ın İstanbul İmam Hatip Diploması ve Eyüp Lisesi diploması şu anda Marmara Üniversitesi’ndedir. Üniversite acilen bunları da kamuoyuna sunmak zorundadır.

Yani orijinallerini.

Karbon testine sokalım görelim…

Ha tabi varsa böyle bir diploma.
Peki bu yeterli mi?
Elbette değil.
Tayyip Erdoğan’a ait tüm okul kayıtlarını da çıkartmak zorundalar.
Hangi dersleri almış, hangi dersten kaç puan almış bilelim.

Ama:
Lise diploması yoksa
Ders geçme belgeleri yoksa…
Diploma da yok sayılır.

Ömer Başoğlu’nun açıkladığı Erdoğan’ın Üniversite Diploması Videosu:



alıntı . kaynak : www. turkiye.net

25 Mart 2017 Cumartesi

Türkeş referandum kararını açıkladı


MHP’den ihraç edilen Sinan Oğan, anayasa oylamasının sonucunu Türk milliyetçilerinin belirleyeceğini ifade ederek, "Türk milliyetçileri ayağa kalkıp ’bir dakika kardeşim. Biz bu ülkenin sigortasıyız, her zaman bunu böyle ifade ediyoruz. Bugün sigorta devreye girmiştir ve biz buna hayır diyoruz’ diyorlar" şeklinde konuştu. Burada konuşan Çağrı Türkeş, referandumda hayır diyeceğini belirtti.
Odunpazarı Kent Konseyi ile Cumhuriyet ve Demokrasi Gönüllüleri’nin davetlisi olarak Eskişehir’e Alparslan Türkeş’in kızı Çağrı Türkeş ile birlikte gelen Sinan Oğan, Hasan Polatkan Kültür Merkezi’nde düzenlenen toplantıya katıldı. Sinan Oğan ile Çağrı Türkeş salona alkışlar arasında girdi.

Çağrı Türkeş, burada yaptığı konuşmasında referandumda hayır diyeceğini belirtti. Türkeş, "Geçen 15 senelik zaman zarfında ülkemize birçok tuzaklar kurulduğuna şahit olduk. Ve Sayın Cumhurbaşkanımız da kendisinin birçok konuda aldatıldığını söyledi, itiraf etti. Bu son değişiklik teklifi de, son bir aldanmaya kapı açacak bir tekliftir. Ben bu şekilde nitelendiriyorum. Ülkemizin bölünmez bütünlüğünü, Türk Milletinin birliğini tehlikeye sokacak bir teklif olduğunu gördüğüm için hayır diyorum. Ve bunu rahmetli babam Alparslan Türkeş de tamamen onun ilkelerine karşı bir tekliftir bu. O hayatta olsaydı, böyle bir teklifi Milliyetçi Hareket Partisi yöneticilerinin yapması mümkün olmazdı. Milliyetçi Hareket Partisi yöneticilerinin böyle bir teklife öncülük etmesi bundan evvel bütün iddialarının çürütür mahiyette bir davranıştır ve hepimizi çok üzmektedir. Biz ülkemizin selameti için, partimizin ayakta kalabilmesi için gönülden hayır diyoruz."

OĞAN: SİGORTA DEVREYE GİRMİŞTİR

Sinan Oğan ise 16 Nisan’daki anayasa oylamasının sonucunu Türk milliyetçilerinin belirleyeceğini belirterek şöyle konuştu:

"Evet diyenler kendilerini bu ülkenin vatanseverleri olarak adlandırıyor, bazen doğrudan, bazen üstü kapalı bir şekilde. ’Bu anayasa bu ülkenin ihtiyaçlarını giderecek bir anayasa değil. Bizim toplumsal uzlaşı senedimiz olmaktan çok uzak bir anayasadır. Dolayısıyla da bir an önce bu anayasayı gündemimizden çıkarmalı, memleketin gerçek sorunlarına eğilmeliyiz’ diyenler şimdi terörist olmuş. Böyle bir ortamda anayasayı oylayamaya doğru hızla gidiyoruz. Bu anayasa oylamasının sonucunu Türk milliyetçileri belirleyecek. Onun bir defa altını çiziyorum. Çünkü Türk Milliyetçilerine güvenerek bu anayasa teklifini hazırlayanlar bugün Türk milliyetçilerinin ayağa kalkıp ’bir dakika kardeşim. Biz bu ülkenin sigortasıyız, her zaman bunu böyle ifade ediyoruz. Bugün sigorta devreye girmiştir ve biz buna hayır diyoruz’ diyorlar."

DİYARBAKIR’DAKİ ŞEYH SAİT PANKARTI

Diyarbakır’da Şeyh Sait ile ilgili asılan pankart konusuna da değinen Sinan Oğan şunları söyledi:

"Düne kadar Türk milliyetçilerine ne diyorlardı, ’bunlar Fatiha bilmez’ diyorlardı. Çok ilginçtir ve utanç tablosudur ki; Diyarbakır sokaklarında şimdi bir afiş oluşturuluyor. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları milli mücadeleyi sürdürürken Anadolu’da Doğu ve Güneydoğu’nun bazı illerinde İngilizlerle beraber ayaklanmalar çıkararak bizim Musul, Kerkük’ü kaybetmemize ve Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal’in büyük sıkıntılar ve zorluklar yaşamasına sebep olan Şeyh Sait ayaklanmalarının mimarı Şeyh Sait için Diyarbakır’da bir afiş asılmış. Başbakanın resminin yanında Şeyh Sait’le ilgili şöyle bir cümle var ’Vereceğiniz her evet oyu Şeyh Sait ve arkadaşlarının ruhuna bir Fatiha olacaktır’ diyor. Biz de buradan diyoruz ki vereceğiniz her hayır oyu Şeyh Sait zihniyetinde olanların sandıklara gömülmesine vesile olacaktır. Bugün neyi oyluyoruz biliyor musunuz? Saltanat özleminde olanlarla Mustafa Kemal Atatürk’ün kurmuş olduğu cumhuriyeti ve onun değerlerini savunmayı oyluyoruz. Saltanata elbette ki hayır diyeceğiz."

24 Mart 2017 Cuma

Boydaklar'dan darbeci askere milyonluk havale

2'nci Birleştirilmiş Hava Hareket Merkezi Amiri Kurmay Albay Bülent Gürdoğan'ın 25 Nisan 2016 tarihinde Memduh Boydak ve Bekir Boydak'tan iki işlemde toplam 6 milyon lira havale aldığını ve aynı tarihte Şükrü Boydak'a tek işlemde 6 milyon lira gönderdiği ortaya çıktı.
15 Temmuz darbe girişimi sırasında Diyarbakır'da görev yapan Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na bağlı 2 General ve 2 Albaya yönelik soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı Müstakim Türkyılmaz, hazırladığı iddianamede çarpıcı ayrıntılara yer verdi. İddianamede, FETÖ/PDY terör örgütünün yapılanmasını anlatan savcı, dosyanın şüphelileri olan 2'nci Birleştirilmiş Hava Harekat Merkezi Komutanı Tümgeneral Atilla Darendeli, 8'inci Ana Jet Üs Komutanı Tuğgeneral Deniz Kartepe, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Genel Sekreter Yardımcısı Kurmay Albay Ali Durmuş ve 2'nci Birleştirilmiş Hava Hareket Merkezi Amiri Kurmay Albay Bülent Gürdoğan'ın eylemlerini açıkladı.

"SEMİH TERZİ'YE UÇAK TAHSİSİ İÇİN ANKARA'YI ARADI"

İddianamede, Diyarbakır'da bulunan 8'inci Ana Jet Üssü'nde yaşanan gelişmeleri açıklayan savcı, şüphelilerden 2'nci Birleştirilmiş Hava Harekat Merkezi Amiri Kurmay Albay Bülent Gürdoğan ile ilgili değerlendirmelerde bulundu. Albay Bülent Gürdoğan'ın 15 Temmuz gecesi Hava Kuvvetleri Harekat Merkezi'de bulunan ve kayıt özelliği olan 1348 no'lu MİLSEC telefonundan general Kemal Mutlum ile görüştüğünü belirten savcı, görüşmenin darbeci general Semih Terzi ve yanındaki özel kuvvet birliğini Ankara'ya götürmek için uçak tahsis edilmesine ilişkin olduğunu söyledi.

Diyarbakır 8'inci Ana Jet Üssü komutan vekilliğini yapan Albay Özkan Edip Akgülay'ın Semih Terzi ve yanındaki özel Kuvvetlere bağlı askerlerin Ankara'ya gidebilmeleri için talep edilen 2 adet Casa uçağının kalkışına izin vermediği belirtilen iddianamede, şüpheli Bülent Gürdoğan'ın ise, bu durumu general Kemal Mutlum'a ilettiği ifade edildi. İddianamede, şüpheli Gürdoğan'ın, Semih Terzi'nin talebini yerine getirmeyen Üs Komutan vekili Akgülay'ın ikna edilmesi için Ankara'dan aranmasını talep ettiği vurgulandı. Şüpheli Bülent Gürdoğan'ın darbe teşebbüsü sırasında sürekli olarak darbecilerle telefon irtibatının bulunduğunu ifade eden savcı, darbecilerin Semih Terzi'nin uçaklarına kalkış izni vermeyen Albay Özkan Edip Akgülay'a baskı kurmaları konusunda şüpheli Gürdoğan'ı kullandıklarını vurguladı. Şüphelinin 6 adet F-16 tipi savaş uçağının gasp edilmesi olayından sonraki bir saatlik dilimde Özkan Edip Akgülay'ın yanına geldiğini kaydeden savcı, Gürdoğan'ın yardım ve destekte bulunma bahanesiyle saat 23.00 sıralarında darbeci Semih Terzi'nin yanında bulunan özel kuvvet birliğinin Ankara'ya götürülmesi için 2 adet Casa nakliye uçağının temin edilmesi hususunda gayret gösterdiğini belirtti. Gürdoğan'ın darbeci olmaları nedeniyle Ankara'da tutuklanan hava kuvvetleri mensuplarıyla sürekli telefon irtibatında olduğu ifade edilen iddianamede, şüphelinin darbeci generalleri kendi telefonundan Özkan Edip Akgülay ile görüştürerek ikna etmeye çalıştığı belirtildi.

BOYDAK KARDEŞLERDEN 6 MİLYON LİRA HAVALE

İddianamede, 22 Eylül 2016 tarihli Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) raporuna dikkat çeken savcı, raporun 26'ncı sayfasının 45 numara ile işaretlenen dipnotunda şüpheli Bülent Gürdoğan'ın isminin geçtiğini ifade etti. Hava Pilot Kurmay Albay Bülent Gürdoğan'ın, 25 Nisan 2016 tarihinde Memduh Boydak ve Bekir Boydak'tan 2 işlemde toplam 6 milyon lira havale aldığını ve aynı tarihte Şükrü Boydak'a tek işlemde 6 milyon lira gönderdiğini belirten savcı, transferlerin dikkat çekici bulunduğunu kaydetti.
Aynı analizde, şüphelinin birinci derece yakın akrabalarının Boydak grubuyla yakın ilişkide olduğunun tespit edildiğini ifade eden savcı, bu gruba FETÖ/PDY terör örgütüne finans sağlama ve bu örgütle irtibatlı ve iltisaklı olduğundan bahisle TMSF tarafından el konularak kayyum atandığını, şüphelinin bu analizle FETÖ/PDY terör örgütüyle irtibatı ve iltisakı olduğunun tespit edildiğini belirtti

"Küstah davranışa sessiz kalanlar..."

Hayırlı Konvoy üyeleri yaptıkları açıklamayla Atatürk'e hakaret edenlere ve hakaretlere sessiz kalanlara tepki gösterdi. Mustafa Kemal ...