Sayfalar

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Pontus'u hortlattılar...

’Yahu arkadaş ne oldu, geldiler ayinlerini yaptılar, gittiler. Kaç kişi, bin 500-2 bin kişi. Ne kaybettik? Biz kazanıyoruz aslında”  dedi.
Karadeniz’de bazı vatandaşlarımız bu sözlere inanmış durumdadır. Bakalım durum gerçekten öyle mi...
* * * 
Sümela’deki ayini yöneten Fener Rum Patriği Bartholomeos, 7 Mayıs 2000 günü, Orta Anadolu’da eski bir kilisede düzenlediği ayinden sonra, “Türkiye’nin AB’ye üyeliği, Anadolu’da önceden varolmuş Hıristiyan toplumların yaşadığı bölgelerde yeniden Hıristiyanların yaşamasına izin vermelidir. Eğer AB üyeliği bunu müsait kılarsa ve Hıristiyanlar yaşadıkları bölgelere tekrar yerleşirse, o zaman Patrikhane de o bölgelerde bulunan kiliselerin yeniden ayine açılmalarını düşünebilir” demişti. 

Yani Trabzon ve Maçka’daki dostlar özellikle bilmeli ki, bu meselenin arkasında da Türkiye’den toprak talebi var. Mübadeleyi dinleyen yok. Zaten ayine katılan bir gencin üzerindeki tişörtte bulunan Pontus haritası durumu özetliyor. Başka bir ülkede, o ülkenin topraklarını ayrı bir devlet olarak gösteren tişört giyemezsiniz. Sizi hemen kaybederler! Ama demokratikleşme dedikleri uyutma operasyonu ile artık toplumu tepkisiz hale getirdiler. Zaten bugün Türkiye’de Pontusçuluk, Ermenicilik, Rumculuk, İyonyacılık yapmak serbest, milli birliği savunmak suçtur. Durum böyle olmasaydı, Türk polisi, Pontus haritasını taşıyan o genci yakalar ve adliyeye sevk ederdi. Bunun yerine güvenliğini sağladılar. Maçka Cumhuriyet Savcılığı da bu olay hakkında soruşturma açamadı! 
* * *
Rumların ve Ermenilerin yeniden Anadolu’ya yerleştirilmesi, artık iddialı bir projedir. Eski Diyanet İşleri Başkanı Süleyman Ateş de bu fikri bir ara gündeme getirmiştir. Yine,  “İkiz yasalar” denilen ve ülkeleri etnik temelde bölmeyi hedefleyen, ABD’nin halen onaylamadığı, Birleşmiş Milletler Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’ni Türkiye adına ilk imzalayan emekli büyükelçi Volkan Vural, 2008 yılı Eylül ayında  “Devlet Ermenilerden özür dilemeli, Ermeni ve Rumlar tekrar eski topraklarına dönsün, tekrar vatandaş olsun” demişti.
Ayrıca Rumların, Ermenilerin ve Süryanilerin yeniden Anadolu’ya dönmesi için İnternet üzerinden geniş bir medya atağı başlatılmıştır.
* * *
Dereler Karadenizlilerin elinden alınıyor. Yaylalar için de iktidarın projeleri hazır. Bugün deresine yaylasına sahip çıkmayanlar, yarın evlerinden de bahçelerinden de otlaklarından da olacak. Biz 2002 seçimlerinde Karadeniz halkını “Bu gidişle toprağını da elinden alacaklar” diye uyarmıştık. İşte alıyorlar. 
Ege ve Trakya’da önce çiftçiyi bankalara borçlandırıyor, sonra ürününden dolayı alacağını geciktiriyor ve temerrüde düşürdükten sonra toprağını elinden alıyorlar. Yani bankalar, hükümetin gözetiminde, Türk çiftçisine tuzak kurmakla meşguldür. Bu şekilde mesela Söke ovasının yüzde 70’i bir bankanın eline geçti. Trakya’da da durum aynı. Karadeniz’de, küçük fındık bahçeleri için kredi almak söz konusu olmadığı için henüz tapuya nüfuz edemediler. Bu sebeple ihanet konsorsiyumu, Sümela’da Pontus ayini yapmak gibi başka çözümler arıyor.
Biz Batılılardan, Hıristiyanlık dininden korkmuyoruz! Tayyip Erdoğan gibi idarecilerin, Türk topraklarında Hıristiyanlardan yana davranması konusunda Türk halkını uyarıyoruz.
 
Arslan Bulut - Yeniçağ

Şırnak'ı AKP mi bombalıyor?

Erdoğan bilmelidir ki Dersim'de Kürtçü/ Kürdistancı kadro, CHP'ye karşı değil Türkiye'yi ağalardan, aşiret reislerinden, şeyhlerden, seyitlerden kurtarmaya çalışan Türkiye Cumhuriyeti hükümetine karşı ayaklanmıştı
’İntikam! Kürt diyarında uluyan sırtlan ve çakallar ırkının (Türklerin) pis vücutlarından Kürt vatanını temizlemek için!’
’İntikam! Kürdistan denilen yıkık anayurdun kurtarılması için!’
Başbakan Erdoğan cumartesi günü Sakarya mitinginde konuşurken, CHP’yi kötülemek için yine 1937-38 yıllarındaki Dersim (Tunceli) isyanlarına değindi ve ’Vergi vermediler diye Dersim Köylerini CHP bombaladı. O zamanki cumhurbaşkanının emriyle... Kimdi? İsmet İnönü CHP’nin başındaydı. 20 bin, 30 bin, 40 bin, 50 bin kişinin yargısız infaz edildiği söylenir. İnsaf ya!’ dedi. 
Bu kısa konuşmada iç içe geçmiş birçok yanlış bulunuyor: 1937 yılının 21 Mart’ında Dersim’deki bazı aşiretler isyan için harekete geçtiğinde Türkiye’nin cumhurbaşkanı, İsmet İnönü değil Mustafa Kemal Atatürk idi...
Başbakan Erdoğan, Dersim isyanı çıktığında CHP’nin başında İsmet İnönü’nün olduğunu söyledi. Bu da yanlıştır. Çünkü Atatürk; 10 Kasım 1938’de ölünceye kadar CHP’nin doğal lideri idi.
Başbakan Erdoğan bilmelidir ki Dersim’de Kürtçü/ Kürdistancı kadro, CHP’ye karşı değil dönemin Türkiye Cumhuriyeti hükümetine karşı ayaklanmıştı. Yani isyancıların hedefinde CHP değil, o sıralar devrimlerle Türkiye’yi ağalardan, aşiret reislerinden, şeyhlerden, seyitlerden kurtarmaya çalışan devrimci Türk hükümeti vardı.
Dersim’de devlete silah çekenlerin tepelenmesine ilişkin karar da 4 Mayıs 1937 tarihli gizli Bakanlar Kurulu toplantısında alınmıştır. Bu toplantıda masanın bir tarafında Atatürk, bir tarafında da dini bütün Mareşal Fevzi Çakmak bulunuyordu. Dersimdeki Kürtçü isyancıları CHP bombaladı demek; bugün PKK’yı Tunceli’de, Şırnak’ta, Hakkari’de AKP bombalıyor demektir.
Üslup düşündürücü
Başbakan Erdoğan; başında bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti hükümetini suçladığının farkına varmadan ve hiçbir belgeye dayanmadan, ’50 bin kişinin yargısız infaz edildiği söylenir, insaf ya!’diyor. Ne acıdır ki Sayın Erdoğan’ın Dersim isyanı hakkında söylediklerini; PKK’nın siyasal uzantıları Avrupa’da 2008’de ve 2009’da düzenledikleri Dersim Soykırım Konferansı’nda daha önceden dile getirdiler. Onlar da Türk hükümetinin 50 bin-100 bin insanı öldürttüğünü iddia ettiler. Onlar da bu işe tıpkı Başbakan Erdoğan gibi yargısız infaz, hatta soykırım dediler.
Avrupa’da faşizmin kol gezdiği, insanların gaz odalarına tıkıldığı o günlerde; Türkiye Cumhuriyeti; sadece isyancıları Batı illerine sürmek gibi normal bir kararla yetinmiştir.
Dersim’de kürtçüler ayaklandı
Dersim’de isyan edenler; bölgede eskiden beri derebeylik sistemi kurmuş olan aşiret reisleridir. Bunlar; yeni devletin devrimci uygulamaları kendi düzenlerini tehdit edince; Kürtçülükten yararlanarak devlete silah çektiler.
İsyanın elebaşısı Seyit Rıza, İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na bir mektup yazarak oradan yardım istemiştir. İşte bu mektup; olayın içyüzünü en iyi biçimde göstermektedir:
 “Sayın Bakan,
Yıllardan beri, Türk Hükümeti Kürt halkını asimile etmeye çalışmakta ve Kürt dilinin gazete ve yayınlarını yasaklayarak, anadillerini konuşanlara eziyet ederek, Kürdistan’ın bereketli topraklarından gidenlerden büyük bir bölümünün telef olduğu Anadolu’nun çorak topraklarına, zorunlu ve sistemli göçler düzenleyerek, bu halka zulmetmektedir.
...
Bu olay karşısında, Kürtler göçün uzak yollarında can vermek yerine, kendilerini korumak için 1930’da Ararat Tepesi’nde, Zilan ve Beyazıt Ovası’nda olduğu gibi, silahlara sarıldılar.
Üç aydan beri ülkemde, tüyler ürpertici bir savaş sürüyor.
Savaş olanaklarının eşitsizliğine ve bombardıman uçaklarının, yangın bombalarının, boğucu gazların kullanılmasına rağmen, ben ve yurttaşlarım, Türk ordusunu başarısızlığa uğrattık.
...
Zindanlar yumuşak başlı Kürt halkıyla dolup taşıyor, aydınlar kurşuna diziliyor, asılıyor ...
Üç milyon Kürt, benim sesimden Ekselanslarına sesleniyor ve bu hükümetinizin yüksek manevi etkisinden Kürt halkını yararlandırmanızı sizden istirham ediyor.
Sayın Bakan, en derin saygılarımın kabulünü rica ederim.”
* Rıza Zelyut / Güneş
+++++
Keşke Cumhuriyet’le hesaplaşsa; İktidar öç almaya çalışıyor
12 Mart ile 12 Eylül’den beslenen AKP bu iki felaketle hesaplaşmak niyetinde değil, hesaplaşamaz. Hesaplaşırsa kendi varoluş neden ve dayanaklarını ifşa etmiş olur. Hesaplaşmak başka, intikam peşinde olmak başka. Bunu bilelim.
AKP 28 Şubat’tan intikam almak ister ama hesaplaşmak umurunda bile değil.
AKP hiçbir şeyle hesaplaşmayı göze alamaz. Çünkü hesaplaşma çuvalın tersine çevrilmesi anlamına gelir. Bunu kesinlikle göze alamaz. “Karanlık geçmiş” ve “kirli çamaşır” meselesi!
AKP, Cumhuriyet ile keşke hesaplaşsa. Göze alamaz bunu! O ancak intikam alır, intikam almak ister!
Referandum, Cumhuriyet’ten intikam alma girişimidir!
Evet! 12 Eylül referandumu, 12 Eylül darbesiyle, Askeri Vesayet ile hesaplaşma günü değil, Cumhuriyet’ten öç alma günüdür!
Bu, AKP için de böyledir, İslamcılar ile tarikat ve cemaatler için de böyledir;  “Ana rahmine haklı düşmüş” 12 Mart ve 12 Eylül kalıntıları, eski  “acilci” yeni “sağsolcu”lar için de böyledir. Demokrasi ve insan hakları da hak getire! Sadece oltaya takılan yem!
12 Mart ve 12 Eylül’ü alkışlayanlar; iki dönemde işkence görenlere “OH!” çekenler; 1980-2002 arasında ağızlarına 12 Eylül’e karşı tek cümle almayan münafıklar, hep birlikte, Referandum üzerinden ve bahanesiyle Cumhuriyet’ten intikam alacaklar!
Statükoyu değiştirmek istermiş gibi yapıp gerçekte statükoyu koruyan AKP ile işbirliği yapanlara veyl! Yazıklar olsun! Statüko sadece TSK vesayeti(!) ve bürokrasi despotizmi değildir. Çünkü, bürokrasi statükocu ve despot ise bu, AKP’nin kurduğu kendi bürokrasisi! TSK ise ihanete uğramış, tuzağa düşmüş, kanadı kırık, pençesi dökülmüş bir kartal.
İkiyüzlülerin evet tarzı
Büyük statüko vardır: Sermaye/emek ilişkisinin üzerine oturduğu statüko!
Bir de küçük statüko vardır: Anayasa + Seçim Kanunu + Partiler Kanunu + Seçim barajı üzerine oturan statüko.
Görülmekte olan davalar, TSK vesayetini yıkmak için değil, Büyük ve Küçük statükoları korumak için açılmıştır. Siyasallaşan adalet mekanizması da statükonun parçasıdır.
Referandumu boykot etmeye niyetlenenlere gelince: Boykot statükoyu sürdürür ve onu güçlendirir. İdris Küçükömer’in safsatasında ileri sürüldüğü gibi Türkiye’de “Sağ solda, sol sağda” değildir.
Evet, evettir, hayır da hayır. Evet statükoya evettir! Hayır statükoya hayır!
Boykot ise içinden pazarlıklı ikiyüzlülerin “Evet” deme tarzı!
* Özdemir İnce / Hürriyet
+++++
‘Dersim olayı’nda cehalet dizboyu
Başbakan Erdoğan yine  “Dersim olayından” medet ummaya başladığına göre işler iyi değil demek ki. Bir Başbakan’ın geçmişteki bir olayı böylesine istismar etmesi ve adeta halkı birbirine düşürmeye yönelik sözler etmesi anlaşılır gibi değil. Tarih bu konuda Erdoğan’ı mutlaka yargılar. Gerçekten söyleyecek hiçbir şey bulamıyorum.
Yine Dersim’den söz edilince tekrarlamak istiyorum. Çünkü ne yazık ki “cehalet dizboyu” olunca aynı hataları tekrarlamaktan da hiç utanmayanların ülkesi olduk.
Tekrarlayacağım şey şu: Türkiye’de adı Dersim olan bir il, ilçe, kasaba, köy yok. Dersim bir bölge adıdır. Tunceli’nin eski adı Dersim değildir. Tunceli Dersim’in bir kentidir. Tıpkı Sakarya-Adapazarı gibi, tıpkı Kocaeli-İzmit gibi veya Hatay-Antakya, İçel-Mersin gibi.
Ama hâlâ  “Dersim’i Tunceli yapan”  diye başlayan saçmalıkları yazanlar var.
* Can Ataklı / Vatan
+++++
Misket mi oynuyorlardı
Hükümetin her adımını kutsallaştırmak, ulvi misyon yüklemek, memlekete çok hayırlı sonuçlar doğurduğunu yaymak moda ya.. Bakın hükümetin YAŞ diretmesi sonunda ne olmuş.. 1960 model darbeciler dönemi bitmiş.. 27 Mayıs’ta aktif görev alan son kişi de gitmiş..
Demokrat geleneğe sahip yeni nesil komutanlar göreve gelmiş..
İyi de bu yeni komutanlar
12 Eylül’de ne yapmış?
Misket mi oynamışlar?
* Mehmet Tezkan / Milliyet
+++++
PKK tarafından bakınca öyledir
Tayyip Erdoğan referandumdan  “evet” çıkarabilmek için akla gelebilecek her türlü manevraya girişti.
Son bombası:  “Dersim’i vergi vermedi diye CHP bombalattı” ...
Dersim olaylarında masum insanlar da zarar görmüştür. Acı tablolar yaşanmıştır. Ancak CHP Dersim’i durup dururken mi bombalatmıştı? Yoksa devlete karşı isyan mı söz konusuydu? Emekli Büyükelçi Bilal Şimşir, Kürtçülük adlı kitabının ikinci cildinde yabancı misyonların merkeze çektiği mesajlara yer verir (Sf.395 vd)... Örneğin  ABD Büyükelçiliği olayları Washington’a şöyle bildirmektedir:
 “Dersim yüzlerce yıldır hükümet için ciddi problem oluşturmaya devam ediyor. Geniş halk yığınlarının hükümetle olan tek irtibatını aşiret reisleri sağlıyor. Türk hükümeti ekonomik açıdan sorunu çözmeye çalışıyorsa da yöre insanları yollar, köprüler, okullar vs. yapılmasına karşı koyuyor. Son ayaklanma; hükümetin, bölgenin sosyal ve ekonomik şartlarını iyileştirmek üzere geliştirdiği reform programını, daha önce haklara tecavüz şeklinde gören liderleri tarafından başlatıldı...  (Aşiret reisleri) hükümete bir ültimatom göndererek Dersim’de jandarma bulundurulmaması, yeni köprüler inşa edilmemesi, bölgede yeni bir idari gücün kurulmaması, silahlarının ellerinden alanmamasını ve vergilerini hükümetle kendileri arasında yapılacak müzakerelerde elde edilecek sonuçlara göre ödenmesine izin verilmesini istediler.”
Bundan 50 yıl sonra da birileri AKP’nin Kürtleri bombalattığını iddia edebilir...  PKK tarafına geçer oradan bakarsanız öyle görünüyor.
* Melih Aşık / Milliyet
+++++
Stalin, Hitler ve Recep’in tercihi
İktidarın hukukla ilgili her konudaki  “mütebahhir” hukukçusu Yüksek Askeri Şûra toplantıları için  “Teamül, hukuku uygulamamıza engel değildir”  deyince yılların hukukçusu Prof. Dr. Aydın Aybay: “Teamül, hukukun uygulanmasına engel değilmiş! Ne görkemli bir tespit! Biri ’yahu arkadaş hukuk fakültelerinde bize teamül, örf ve âdet hukuku diye öğretilir, hukuka giriş kitaplarında da böyle yazar; sen hukuk öğrenimini nerede hangi hukuk fakültesinde yaptın’diye sorsa! Bir başka devletli de şöyle buyuruyor: Başbakan imzasının sembolik olmadığını kanıtlamış, teamül filan dinlememiş.
Şimdi bir soru: Başbakan padişah da birlikte çalışacağı sadrazamı mı atıyor? Böyle bir yetkisi varsa; Köşk’e giren lüks arabalardaki çok yıldızlı paşalar da senaryonun bir parçası mı?
Birlikte çalışacağı kişiyi, Stalin’in devrimci dostlarını düzmece yargılama ile birer birer ipe gönderen vefalı ve sadık adamı Vişinski’yi seçmesi gibi mi? Hitler’in, yakın çetesi Himler’i, Göbels’i seçmesi gibi mi? Kimse YAŞ’taki bu uygulama hukuka uygundur demesin.
Yerleşik bir düzeni ifade eden teamülün varlığı kabul ediliyorsa, ona aykırı bir uygulama hukuka aykırıdır!
* Deniz Som / Cumhuriyet
+++++
On yıl önce söylese içerideydi
Adama bakıyorsunuz kartvizitine gazeteci-yazar kondurmakta. Bundan on yıl önce aynı konuşmaları yapsaydı, hala içerideydi.  ’Eğer izin verilse, İmralı’ya yüzerek ulaşacak pek çok genç tanıyorum’ vecizelerinden biri. Açıkça Devlet’e meydan okuyor. En korkuncu bu tiplere pek çok ulusal yayın yapan kanalın her gün imkan tanıması. Garip bir toplum haline geldik. ’Sümela’da Ortodoks ayini’alkış, alkış. Batı Trakya’da, Müslüman mezarları tahrip ediliyor. Hem de Ramazan ayında, ’Ölüm sessizliği’.
* Burhan Ayeri / Akşam
+++++
MİNİ YORUM
En iyi pasör 

Bir an, sadece bir an 22.22 şifreli “Başbakan ağırlaması”nı izleyemediğim için hayıflanmıştım. Ama internete düşen bölümlerine şöyle bir baktım da, lig başladı “paslaşma”, “takım oyunu”, “gol” izleme hakkımı kullanabileceğim çok daha iyi alternatiflerim varken iyi ki zamanımı harcamamışım. Habertürk yönetimine tavsiyem, televizyonculuktan vazgeçip artık futbol olur, basketbol olur, su topu olur; ama mutlaka ellerindeki cevherleri takım sporlarında değerlendirmeleri..
 
Selcan Taşçı - Yeniçağ

Okay'dan 'Yeni Ruh İkizi' Açıklaması

CHP Parti Sözcüsü ve Genel Başkan Yardımcısı Hakkı Suha Okay, terör örgütü PKK liderlerinden Murat Karayılan'ın açıklamalarının Türkiye'de yeni bir ''ruh ikizinin'' ortaya çıktığının göstergesi olduğunu iddia etti.

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Hisarcıklıoğlu: 'Taraf tutmuyoruz'

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Yönetim Kurulu üyeleri ile önceki gece yaptığı görüşmede, TOBB’nin 12 Eylül’de yapılacak referandumla ilgili tavrını belirlemesini istediği, buna karşı TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu’nun “Kesinlikle ne evetçilerin ne hayırcıların yanında yer alıyoruz. Herkes kendi iradesiyle oyunu kullansın” diye tavır koyduğu ifade edildi. Adana Sanayi Odası Başkanı Ümit Özgümüş de, “Ben net ve kesin hayır diye tavrımı koyuyorum. Bu değişiklik geçerse, yargı da hükümetin eline geçer ki öyle olduğunda buna demokrasi, cumhuriyet denmez padişahlık denir” dedi.

Başbakan Erdoğan ile TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu ve TOBB yönetim kurulu üyeleri arasında önceki gece yapılan toplantıyla ilgili bilgi veren bir TOBB üyesi şöyle konuştu:

“Başbakan, ‘Referandumda tavrınızı belirleyin’ diyerek TOBB tarafından bir açıklama yapılmasını istemiş. Hisarcıklıoğlu ise tavrını koymuş. ‘Biz evette de hayırda da yokuz. Kesinlikle ne evetçilerin ne hayırcıların yanında yer alıyoruz, kimsenin yanında yer almıyoruz. Herkes kendi isteği doğrultusunda, kendi iradesiyle oyunu kullansın. Biz taraf tutmuyoruz’ diye yanıt vermiş.”

‘Türkiye padişahlığa gider’

Toplantıyla ilgili bilgisi olmadığını, ancak Başbakan Erdoğan’ın kendisine telkinde bulunamayacağını belirten Adana Sanayi Odası Başkanı Özgümüş ise 12 Eylül’deki oyunu “Ben net ve kesin hayır diye tavrımı koyuyorum” şeklinde açıkladı. Özgümüş, oyunu şöyle gerekçelendirdi:

“Türkiye’de demokrasinin bir bacağı topal. Cumhuriyet döneminin en az dörtte üçü, demokrasinin olmazsa olmazı olan üç erkin ayrılığı ilkesine aykırı olarak geçirdi. Türkiye’de, yasamayla yürütme hep tek elde toplanır. Türkiye’de yasama hiçbir zaman yürütmeyi denetlemez ve erk olarak da ayrı olmaz. Türkiye’de göreceli olarak bir tek yargı bağımsız. Yasama ve yürütmeyi denetleyebilen ayrı bir güç, erk olarak bir tek yargı var. Bu değişiklik geçerse, yargı da aynı erkin eline geçer ki yasama, yürütme ve yargı aynı erkte toplanır, öyle olduğunda buna demokrasi, cumhuriyet denmez padişahlık denir. Bunu bugün AKP’nin genel başkanı kullanır, yarın CHP veya MHP kullanır. Türkiye’deki demokratik geleneklerin yerleşmesi açısından doğru bulduğum için ve yargının da yasama ve yürütme erkini kontrol edenlerin eline geçmesinin tehlikeli olduğunu düşündüğüm için ben bu anayasa değişikliğine hayır diyorum. Zaten bu değişikliğin 12 Eylül’le hesaplaşma değişikliği olmadığı, 12 Eylül komutanlarının yaş haddi nedeniyle yargılanamayacak olmalarından dolayı net biçimde belli. Onun dışında olan maddeler de bu iki maddeyi kabul ettirmek için konulmuş ‘tatlandırıcı’lar.”

MURAT KIŞLALI/CUMHURİYET

Vatan yazarı Mustafa Mutlu, Yiğit Bulut'u 2008'de kaleme aldığı yazısıyla vurdu

Vatan yazarı Mustafa Mutlu, Yiğit Bulut'u 2008'de kaleme aldığı yazısıyla vurdu. - Mustafa Mutlu - Vatan
Vatan Gazetesi yazarı Mustafa Mutlu, Başbakan Erdoğan'ı HaberTürk'teki programında konuk eden Yiğit Bulut'u Vatan Gazetesi'nde eskiden yazdığı bir yazıyla vurdu.

Bulut'un 2008 yılında yayımladığı ve AK Parti hükümetine ağır eleştirilerde bulunduğu yazısından uzun bir alıntı yapan Mustafa Mutlu, Bulut'u "Yiğit arkadaş", "Yiğit adam", "Çakma Yiğit" gibi kelimelerle tasvir etti. 

İŞTE O YAZI:
“Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinin en ağır ‘bölücü, gerici, küresel’ tehdidialtında olduğunu düşündüğüm bir ortamda, Cumhuriyet tarihinde hatalar yapıldığını da kabul ederek, Cumhuriyet’i eleştirenlere şunu söylemek istiyorum:
Türkiye 1923-2001 arasında ‘her alanda esir alınma denemelerine’ rağmen ‘ayakta kalmayı’ başardı.

2001-2008 arasında ise ‘elinde ne varsa sattığı gibi’, ayakta kalmayı bırakın ‘1923-2001 arasında esir almak isteyenler’ tarafından ‘her alanda yönetilir’ hale geldi.
Olaya bu açıdan bakınca özellikle 1923-2001 arasında ‘yapılan toplam borcun’, 2001 sonrası Cumhuriyet tarihinden fazla arttığı da düşünülünce ortaya çıkan tablo çok net:

Cumhuriyet’in değerlerini satıp, yok edip, ülkeyi borç batağına saplayıp sonra da ‘eleştirmek’, ‘İşte sizin Cumhuriyetiniz’ demek çok ama çok kolay!

Yapılana ‘saldıranlara’ ve acımasız eleştirenlere söyleyecek tek bir şey var:

Haddinizi bilin!”

***

Yukarıdaki bu yazı bana ait değil...
On beş ay öncesine kadar yan sayfamda köşesi olan Yiğit Bulut tarafından yazılmış ve 5 Aralık 2008‘de bu gazetede yayınlanmış...

Başlığı ise “Hadi oradan be!

***

“Yiğit” arkadaş, altına imzamı atabileceğim bu yazıyı yazdıktan bir süre sonra bu gazeteden ayrıldı ve Habertürk TV‘nin başına geçti...

Önce “Cumhuriyet değerleri”ne bakışı değişti de bu “ballı iş” öyle mi geldi; yoksa “ballı iş”i kaptırmamak için mi “Cumhuriyet değerleri”ne yaklaşımınıfarklılaştırdı; bilemiyorum ama...

Tek bildiğim şey, bu arkadaşın aradan geçen 15 ayda inanılmaz bir hızla değiştiği!

***

“Yiğit adam”daki bu değişim, önceki akşam “doruk” noktasına çıktı.

Bizde yazdığı dönemde gözünün yaşına bakmadan eleştirdiği Başbakan‘ı, yönettiği kanaldaki bir programda misafir etti.
Eğildi, büküldü; Başbakan‘ın ve iktidarın düne kadar yerden yere vurduğu bütün uygulamalarını göklere çıkardı...
Sırf ona yaranmak için; başta TÜSİAD, sendikalar ve diğer sivil toplum örgütleriyle, muhalefet partileri olmak üzere, iktidarı eleştiren kim varsa, hepsine saldırdı!
Başbakan‘la uzun uzun iktidarın yaptığı ve yapacağı “projeler”i konuştu; hepsine methiye düzdü!
Ama...

“Gazeteci” olduğunu unuttu ve örneğin son günlerin en önemli tartışma konusu olan “soy” meselesine girmedi...
Başbakan‘ı karşısında bulmuşken, “Neden ‘Boy değil, soy önemli’ dediniz” diye sormadı; soramadı!

Başbakan‘ın karşısında öylesine ezilip büzüldü ki; “yandaş medya”nın “Başbakan’a çanak sorular sormakla görevli” kadrolarına bile rahmet okuttu!

***

Dün gazeteye gelir gelmez ilk işim, “çakma yiğit” arkadaşın yaptığı o programın bir DVD kaydını edinmek oldu...

Bundan sonra konuşma yapmak için gittiğim her iletişim fakültesinde öğrencilere sadece bu kaseti izlettireceğim...
“Size nasıl gazeteci olacağınızı değil de, nasıl gazeteci olmamanız gerektiğini anlatmaya geldim” diyeceğim...

***
“Çakma yiğit” arkadaşı; bu eşsiz “dönme ve kıvırma şovu”yla, gelecek nesil meslektaşlarımızın yetişmesine yaptığı bu büyük

PKK'nın dört maddelik barış (!) planı...

PKK, 13 Ağustos’tan 20 Eylül tarihine kadar çatışmasızlık süreci ilan etti... 4 maddelik bir barış(!) planı açıkladı.

“- Operasyonların durması...
- 1700 civarındaki sivil Kürt siyasetçisinin derhal serbest bırakılması
- Öcalan’ın üç maddelik çözüm çerçevesi temelinde bir müzakere sürecinin başlatılması ve Önder Apo’nun barış sürecine aktif katılma koşullarının yaratılması...

- Yüzde 10 seçim barajının düşürülmesi.”
Bu koşullar yerine getirilmezse ne olacak?
PKK “barış planı”mız kabul edilmedi, eylemlerimiz meşruluk kazandı diyerek cinayetlerine devam edecek.

Peki yukardaki 4 maddede dayatılan koşulların kabulü mümkün mü? Bir ay gibi bir sürede 1700 sivil Kürt siyasetçisini serbest bırakmak, barajı düşürmek, Apo’nun üç maddelik çözüm çerçevesinde onu da sürece katarak müzakere başlatmak olası mı?
Bu soruya evet demek için de çılgın olmak lazım..
Bir çılgınlık yaptınız koşulları kabul ettiniz, o zaman ne olacak?

PKK’nın diğer istekleri gündeme gelecek.
Bu istekler yıllar önce “Kültürel hakları verin başka bir şey istemiyoruz” ile başladı. Bugün “demokratik özerklik, ayrı bayrak, ayrı meclis” düzeyine geldi. Bunları kabul etseniz karşı taraf mutlu olacak mı? Hayır... İstekler “bağımsız” devlete kadar uzanacak.
Sonuç; Türkiye PKK ile pazarlık ederek bir yere varamaz...

Silahı elinden bırakmayan bir örgütle demokrasi pazarlığı zaten yapılmaz.
Yapılacak olan nedir? Ülkenin her yanında tüm vatandaşlara demokratik, kültürel, sosyal alanda eşit haklar sağlamak. Böylece onları terör örgütünün yörüngesinden kurtarmak...
Melih Aşık, Milliyet

Murat Başesgioğlu: "'Evet demem mümkün değil"

'Bakan olmasam çoktan istifa ederdim' diye söze giren Başesgioğlu, ekledi: Açılım projesine etnik vurguyla başlanırsa mahsurlu olur diye düşündüm. Maalesef haklı çıktım. Bölücü örgütün bölgede otoritesi arttı.
İstifadan sonra ilk kez konuştu
Demokratik açılım sürecinde AK Parti'den istifa ederek şimşekleri üzerine çeken eski Bakan Murat Başesgioğlu istifasının ardından ilk kez AKŞAM'a konuştu. Kendisini röportaja ikna etmek zor oldu. Tecrübeli siyasetçi, uzun yıllar aynı çatının altında siyaset yaptığı ve kabinede görev aldığı arkadaşlarıyla ilgili sorulara muhatap olmak istemiyordu. 'Bu siyasi nezakete uygun olmaz, etik olmaz' diyen Başesgioğlu sonunda istifasının gerekçelerini ve referandum sürecinde terörle mücadele eden Türkiye'ye ilişkin kaygılarını anlatmaya razı oldu... İşte Başesgioğlu'nun birbirinden çarpıcı tespitleri, önerileri...

- Referanduma dair öngörünüz?..
Referandum, demokrasinin araçlarından biri ancak zamanlama açısından uygun bir zamana denk gelmedi. Şu anda Türkiye'nin en sıcak konusu etnik ayrımcılığın geldiği nokta ama siyaset kurumumuz tüm enerjisini referanduma seferber etmiş durumda. Bu genel seçimle birlikte olabilirdi. Bugünden yarına kaçan bir şey yok. Neticede HSYK ile Anayasa Mahkemesi'nin yapısı değişecek. Diğer konular herkesin üzerinde mutabık olduğu konular.

- Evet mi diyeceksiniz, hayır mı?
Bunca itirazdan sonra bu referanduma evet demem mümkün değil. Her ne kadar içindeki birçok maddeyi kabul etsem bile tümü itibarıyla evet demem mümkün değil.

- Anayasa Mahkemesi ve HSYK değişiklikleri teknik konular. Halka nasıl anlatılır?

Vatandaşın bir sürü hayat sıkıntısı varken 'hadi ben siyaset kurumu olarak bunun içinden çıkamadım, sen çöz' demek kolaycılıktır. Bu konuları
vatandaşa havale etmemek lazım.

GÜNDEMİYLE YÜZLEŞMİYOR

- Yargıyla ilgili tartışmalar referandumun ardından biter mi?

Çok az farkla evet çıktığını farz edelim. Anayasa Mahkemesi ve HSYK gibi anayasal kurumların meşruiyeti, tarafsızlığı, idarenin bunlar üzerindeki baskısı sürekli sorgulanacak. Hukuk devleti ilkesi zedelenecek. Anayasa değişiklikleri toplumun temel sözleşmesidir, geniş bir mutabakat gerekir. Bu yapılamadı. Onun için çekişmeli bir propaganda süreci yaşanıyor. Uzun süredir Türkiye gerçek gündemini yaşamıyor, gerçek gündemiyle yüzleşmiyor.Toplumun geleceği açısından endişe verici.

- Nedir Türkiye'nin gerçek gündemi?
Terör Anadolu'nun iç merkezlerine yayılmış durumda. Doğu ve Güneydoğu'da yaşananlar iç savaş manzarası gibi. Hep diyorduk bu siyasallaşacak, kitleselleşecek ve etnik ayrımcılık Türkiye'nin gündemine gelecek. Son zamanlardaki beyanlar da bunu gösteriyor. Demokratik özerklik ve Türk bayrağının yanına ikinci bir bayrak deniyor. Sağduyulu bir politikacı olarak tanıdığımız Sayın Ahmet Türk'ün konuya Birleşmiş Milletler'in el atması yönünde bir çıkışı oldu. Uluslararası ipotekler girerse meseleyi bizim çözmemiz mümkün olmaz. Türk ve Kürt kökenli vatandaşlar dış dinamiklerden arınmış şekilde, diz dize oturup bu sorunu çözmemiz lazım.

TARİHİN EN BÜYÜK TEHDİDİ

- PKK'nın 20 Eylül tarihine kadar silah bırakması ne anlama geliyor?

Şu anda milli birliğimize ve varlığımıza yönelmiş belki de cumhuriyet tarihinin en büyük tehdidi söz konusu. Etnik milliyetçiliğin geldiği nokta bu milleti oluşturan fertlerin birlikte yaşama arzusunu, iradesini sıkıntıya sokacak noktada maalesef. Bölücü örgüt sözde ateşkesle konuyu uluslararası platformlara taşıma çabasında ve kendine yönelik politik zemin oluşturmak istiyor. Böyle bir süreçte bütün gücümüzü referanduma yönlendirmek doğru değil. Kaybedilen mevziiyi almak mümkün olmuyor.

- Kimileri 'Birlikte yaşamak zorunda mıyız?' sorusunu tartışıyor...
Evet birlikte yaşayacağız, bu ülkenin mutluluğunu birlikte paylaşacağız. Birlikte yaşamamız şart değil diyerek kolaycı bir çözüme gitmek yerine aksine zor olanı seçip birlikte yaşamayı konuşmamız lazım.

- Liderlerin meydanlardaki üslubunu nasıl buluyorsunuz?
Sert, aşağılayıcı, incitici üslup vatandaşlar arasında ayrışmayı körüklüyor. Bundan vazgeçilmesi gerekir. Siyasi liderlerin toplumda birleştirici rollerini hatırlamaları gerekir. 2011'deki genel seçimlere uzlaşma içinde girmekte fayda var. Ola ki bir koalisyon yapma gereği ortaya çıktı. O zaman birbirine bu kadar sert davranan siyasi partiler aynı hükümette nasıl yer alacaklar?

- Neden istifa ettiniz. Kürt açılımı adıyla atılan adımlar mıydı tek sorun?
Açılım bardağı taşıran damla oldu ama ayrılma sebebim tek başına bu değildi. Kuzey Irak'tan AB perspektifine, Kıbrıs'tan İsrail ve İran'la ilişkilere kadar ülkenin geleceği açısından kaygılarım vardı.

- Tekrar bakan olamadığınız için istifa ettiğiniz söylendi. Bakan olsaydınız?..

Şu son dönem bakan olsaydım çoktan istifa ederdim! Yüzeysel ve
beni inciten bir değerlendirme. Kabine içinde görüşlerini en çok dile getiren kişiydim. Bakanlar Kurulu'nun mahremiyetine saygımdan bunları paylaşamam. Çok genç yaşta geldiğim parlamentoda altı dönemdir görev yapıyorum. İçişleri, Çalışma, Devlet Bakanlığı yaptık. Meclis Başkanlığı'nı iki oyla kaybettik. Cumhurbaşkanlığı için ismimiz geçti. Bir siyasetçi için oturulabilecek koltuklara oturduk, oturamadıklarımıza da layık görüldük.

- Sizin arkanızdan AK Parti'den kopuşlar olacağı konuşuldu ama olmadı...
Rahatsızlığını dile getirenler oluyordu ikili görüşmelerde ama istifa farklıdır. Siyasete devam etmek isteyenlerin yapması gereken hesaplar olabilir. Bazen toplumu ve siyaset kurumunu düşündürmek için bile bu tavırların konulması gerekir diye düşünüyorum.

- Açılıma neden tepki gösterdiniz?

Böyle bir projeye etnik vurguyla başlanırsa çok mahsurlu olur diye düşündüm. Maalesef haklı çıktım. Kürt açılımı diye başladı ve her iki tarafta da çok büyük beklenti doğurdu. Zamanla içine bir şey konulamadı. Kuzey Irak'la birlikte Amerika'nın Irak'tan çekilmesiyle gündeme gelen, bir ayağı da Türkiye'de olan bir hadiseydi. Irak tarafı çöktü. Amerika'nın Irak'tan tamamen çekilmesi mümkün değil. Türkiye'ye olan ihtiyaç azalacak. Türkiye ayağında ise Habur'da hukuku zorlayan, devlet onurunu inciten manzara açılımı bitirdi. Geriye ne kaldı? Bölücü örgütün o bölgede otoritesini arttırdı. Muhatap alınabilirlik konusundaki iddialarını güçlendirdi. O bölgedeki insanlarımız, bölücü örgüt vasıtasıyla taleplerini gündeme getirebilecekleri konusunda kanaat oluştu. Oysa milyonlarca Kürt kökenli vatandaşımız örgütün kendisini temsil etmediğini söylüyor. Açılım bu vatandaşları da görmezden geldi. Türkiye'nin değişik yerlerdeki vatandaşlarımızın da birbirine şüpheyle bakar hale gelmesine neden oldu. İşte Hatay ve İnegöl'de yaşananlar... Açılımın gündemden kaldırılıp devlet olarak yeni bir strateji geliştirilmesi gerekiyor.

- Nerede hata yapıldı? Sizin gibi itirazları olanlar konuşamadı mı?
Parti içinde yeterince tartışılmadığı ortaya çıktı zaten. Bireysel hak ve özgürlükler çerçevesinde ele alınmalıydı. Bugün bu özgürlük ortamı büyük ölçüde var. Kimseye etnik kimliğinden dolayı siyasi, ekonomik, sosyal kanallar tıkalı değil. İnsanlarımız gelebilecekleri en yüksek yere kadar geliyorlar. Parlamentonun, bakanlar kurulunun kompozisyonu belli. Burada Kürt kökenli vatandaşlarımızın temsil edildiği ortada.

- Başkanlık sistemi Türkiye için uygun mudur?
Parlamenter sistemin masaya yatırılıp sorgulanması gerekiyor. Parlamenter arkadaşlarımızın kendilerinin işe yaramadıkları konusunda bir algısı söz konusu. Parlamenterlerin bu sistemde rolü budur: oy kullanmak, parti kararlarına riayet etmek... Başkanlık sistemi icrayı kolaylaştırır ama onun için ülkedeki kurumların oturmuş olması gerekir. Tam bağımsız yargı, gelişmiş sivil toplum ve kamuoyunu oluşturan aktörlerin sorumluluk içinde olması gerekir. O zaman başkanlık sistemi Türkiye gibi farklılıkların olduğu ülkede faydalı olur. Bunları kurmadan yaparsanız başa gelecek kişinin şahsi kapasitesi ve ruh haliyle bu ülkenin yönetimine teslim olursunuz.

İSTİŞARE SÜRECİNDEYİM

- Bir partiden teklif aldınız mı? Yoksa yeni bir parti kurmayı mı düşünüyorsunuz?

Birçok yerden arandık, görüşmelerimiz oldu. İstişare sürecindeyim. Bunca yıllık tecrübe ülkenin derdine derman olacaksa aktif siyasete devam ederiz. Gelen teklifleri, dostlarımızla değerlendirip bir yol haritası çizeceğiz. Türkiye'de haddinden fazla parti var. Birbirine yakın görüşlerin bir koalisyon yapması gerekir. Japonya'daki Liberal Demokrat Parti, İtalya'daki zeytin dalı gibi. Türkiye'nin güçlü partilere ihtiyacı var. Bunun için birleşmeyi öneriyorum.

- Yüksek Askeri Şura'da yaşananlar...
Geleneksel devlet idaremizde kalıplaşmış sözlerden biri de 'Okula, kışlaya siyasetin girmemesi lazım'dır. Askeri sevsek de sevmesek de şunu bilmeliyiz, bu coğrafyada güçlü ordunuz yoksa işiniz zor demektir. İster demokrasi adına ister başka gerekçelerle hareket ederken kurumsal anlamda zafiyet yaratmamak lazım. Münferit suç işleyenlere ceza verilsin ama intikam ve kin duygusuyla değil.

- Tutukluluk sürelerinin cezalandırmaya dönüştüğü eleştirileri yapılıyor.

Tutukluluk süreleri çok uzun. Elbette tutukluluk cezalandırmaya dönmemeli.

CESUR AYDINA İHTİYAÇ VAR

- Bir korku imparatorluğu yaratıldığı konuşuluyor...
Korkakların çoğunlukta olduğu bir ülkede demokrasi gelişmez. En başta aydınların daha cesur olması lazım. Üniversitelerin sesini yükseltmesi lazım. Herkes siyasetin arka bahçesinde kendine biçilen rolü oynamaya çalışıyor. Evrensel aydın bu değil. Aydın, muhalif olan ve ülkedeki hak ve özgürlüklerin gelişmesi konusunda mücadele veren insan demektir. Türkiye'nin tam da bu noktada cesur aydınlara ihtiyacı var.

- Beşiktaşlı olarak son transferler için ne diyeceksiniz?
Şampiyonluk beklentimiz var. Son yılların en kaliteli transferlerini yaptı Beşiktaş. Futbol zevki ve seyir açısından güzel bir Beşiktaş yaratıldı. İnşallah hem Türkiye'de hem de Avrupa'da taraftarı sevindirecek neticeler alınır.

MURAT BAŞESGİOĞLU KİMDİR?

1955 Kastamonu doğumlu Murat Başesgioğlu, İ.Ü. Hukuk Fakültesi mezunu. 1984'te ANAP Kastamonu İl Teşkilatı'nda aktif siyasete başladı, altı dönemdir milletvekili. 55. hükümette İçişleri Bakanı, 58 ve 59. hükümetlerde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, 60. hükümette Devlet Bakanı olarak görev yaptı. Evli ve iki çocuk babası olan İstanbul Bağımsız Milletvekili Başesgioğlu, koyu bir Beşiktaş taraftarı...

Özlem Akarsu Çelik/Akşam

Soru - Cevaplarla Referandumda Neden "Evet", Neden "Hayır"?

Çok sayıda yorum alan Referandumda Neden "Evet", Neden "Hayır"? yazısı bu kez soru ve cevaplarla açıklamalı olarak kaleme alınmış. Prof. Dr. Ramazan Demir hocamıza teşekkür ederiz


Soru - Cevaplarla Referandumda Neden “Evet”, Neden “Hayır”?
Prof Dr Ramazan Demir
Giriş: 12 Eylül günü Anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesi ile ilgili olarak Halk oylaması yapılacaktır. “Neye” ve “ne için” oy verileceğini, hangi maddede“neyin” ifade edildiğini, bu maddelerin halkımıza “neler getirdiğini ya da getirmediğini” bilen seçmen sayısının çok olduğunu hiç sanmıyorum. Bu konuya yoğunlaşmış eli kalem tutan bir münevver olarak konuyu detaylı farklı yönlerden inceleyip sizlerle paylaşmaya devam ediyorum.
Yaklaşım şekli: Konuyu iyi bilen hukukçulardan, bürokratlardan, sosyal bilimcilerden, pasif politikacılardan, yazar ve akademisyenlerden, konu ile doğrudan ya da dolaylı ilgili olan görevlilerden, sade vatandaşlardan soru-cevap bağlamında görüşler aldım. Bu farklı meslek gruplarından başka konuyla çok ilgilenmeyen daha çok siyasi parti liderlerinin söylemlerine ve çevreden gelen telkinlere göre fikir oluşturan vatandaşlardan; küçük esnafın, küçük memurun, işçinin ne düşündüğünü öğrenmek için rasgele seçilmiş kişilerden, konu hakkında ne bildiklerini ve neden ne için “evet” ya da “hayır” diyeceklerini öğrenmeye çalıştım.
Anayasal değişikliği iyi anlamak için bazı hatırlatmalardan sonra sorgulamalar yaparak konuyu irdeledim; verilen cevaplarına bağlı olarak bu insanların kararlarını da sordum.
Vatandaşlardan edindiğim ana fikir şöyle; öncelikle bu anayasal değişiklik halkın dışında oluşmuş bir olay olduğu, seçmenden saklanan bir şeylerin olduğu, değişikliğin amacının görünenden farklı olduğu, işin içine inandırıcı olmayan“cunta” söylemlerle basite indirgendiği algısı... 
**
Yöntem: Hal böyle anlaşılmakla birlikte konuya bazı sorularla yaklaşımda bulunarak irdelemeye çalışalım. Önce konu hakkında bazı hatırlatmalar yapıldı, onun üzerine sorgu cümlesi geldi. Verilen cevaplar özetlenerek verildi. Bazı sorular“genel” kapsamlı idi ve hedef kitledeki kişilere göre değişik oldu. Cevaplardan sonra kararları soruldu, verilen açık ya da kapalı yanıt aynen yansıtıldı.
**
Sorular-cevaplar ve kararlar...
Hatırlatma: Anayasa değişikliğinin hayat standartlarımızı değiştirmek için yapıldığı, ‘herkes için daha çok demokrasi, herkese daha çok hürriyet’ geleceğini söylüyor siyasi irade.
Soru: (genel) 12 Eylül’de oylayacağımız Anayasa değişiklikleri, hayat şartlarımızı iyileştirecek hükümler içeriyor mu? Cevap: (Görüştüğüm hukukçular ve akademisyenlerin verdiği yanıt tek kelime oldu: “Hayır”... Kararınız: “Hayır”
**
Hatırlatma: 2009 yılına ait işsizlik sorunu ve ekonomik krizle artan sefalet hakkında gerekli bilgi Çalışma Bakanlığından alındı. İşsizlik aile 1.600 bin ve toplumdaki işsizlik yüzde rakamı %33. Ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiç böyle bir işsizlik rakamı telaffuz edilmediğini yetkililer ifade ettiler.
Soru: (işçiler ve hukukçulara) Peki ala, “bu değişiklik maddelerinde işsizlere iş bulma konusunda bir yenilik, hüküm getiriyor mu?” Cevap: “Hayır, yok.” Kararınız:“Hayır”
**
Hatırlatma: Hangi siyasi parti iktidara geldiyse emekli memura, emekli işçiye “hayat standartlarını yükseltecek” vaatlerde bulundular. Mevcut siyasi iktidar da bu vaatleri tekrarladı. Tam da fırsatı gelmişken, emekliler için kalıcı bir Anayasa hükmü konulabilirdi.
Soru: Peki, şimdi emekli vatandaşa soralım; “Anayasa değişikliğinde, açlık sınırında yaşayan siz emekliler için birazcıcık ferahlatıcı bir hüküm var mıdır?”Cevap: “Kesinlikle yok.”  Kararınız: “Hayır!”
**
Hatırlatma: Siyasi iktidar 2002’de şu vaatleri yapmıştı; ‘ÖTV’yi ve KDV’yi indireceğiz, küçük esnafı, çiftçiyi ezdirmeyeceğiz’ demişti. Sonra, ürünü para etmeyen çiftçiye hiç de nazik olmayan ifadeler kullanılmıştı. Şimdi bir fırsat çıktı; mademki anayasa değişikliği yapılıyor, tarım kesiminde çalışan insanlar, küçük esnaf ve çiftçi için olumlu bir madde konulabilirdi. Bir beklenti içindeki çiftçi ve esnafa soruldu.
Soru: “Anayasa değişikliği; siz tarım kesiminde çalışan çiftçiye, siz üreticiye, siz küçük esnafa iyileştirici bir hüküm, madde var mıdır?” Cevap: “Avukatımıza sorduk; asla öyle bir şey yok.” Kararınız: “Kararsızım, Hayır, Sandık başında..”
**

Hatırlatma: İktidara gelen her iktidar, “Türkiye Büyük Devlettir, bölgesinde lider devlettir, zengin ülkedir” İlginçtir bunun aksini gösteren rakamlar ortaya konuldukça, halk “imdat” diye bağırdıkça iktidardakiler kızdılar, kükrediler, öfkelendiler. Tam sırasıydı bu Anayasa değişiklikle gelir dağılımındaki adaletsizliği gidermek için bir madde koyabilirlerdi. Varoşlarda ayakkabısız kışı geçiren üç çocuklu asgari ücretli bir işçiye, bir memura soralım:
Soru: “Türkiye’deki milli gelirin fert başına dağılımından memnun musun? Değilseniz, Anayasa değişikliği bu gelir dağılımındaki adaletsizliği giderecek bir madde ya da hüküm taşıyor mu? Yoksulun daha da yoksullaşmasını engelleyecek bir hüküm var mı?” Cevap: “Tabii ki gelir dağılımından memnun değilim; bu iktidarda zenginler daha çok zengin oldu, bir de sonradan görme yeni zenginler türedi. Biz yoksullar daha da yoksullaştık. Çocuğuma kış günü bir kara lastik bile alamıyorum.” Kararınız: “Ümitsizim, herhalde “Hayır” diyeceğim”
**

Hatırlatma: Bu günkü siyasi iktidar, halk arasında “üstünler” ve “üstün olmayanlar” , “seçkinler” ve “düşkünler”, “seçilmişler” ve “atanmışlar” diye ayırımcılık yaptığını hatırlayalım. Büyük bir iddia ile ‘üstünlerin hukukundan hukukun üstünlüğüne geçiyoruz’ dediler. Bakıyorsunuz güya yerilen-aşağılanan hayali “üstünler” dedikleri meğer kendileriymiş üstünler,  seçkinler ve de seçilmişler... Her haliyle iktidarda devletin nimetlerine konmuşlar, onu paylaşıyorlar, zenginleşiyorlar. Mademki “hukukun üstünlüğüne geçiyoruz” diyorsunuz, o zaman herkesi hukuken eşit kılacak, hukukun herkese dokunur olmasını sağlayacak bir fırsat doğmuştu; Anayasa değişikliğine mebusların “dokunulmazlık” zırhını kaldıracak bir madde konulması gerekirdi. Şimdi bu soru öncelikli olarak hukukçuları ilgilendirdiğine göre onlara soralım; bir serbest avukat, bir kamu avukatı, bir de hâkimden oluşan üçlü hukuk insanın görüşleri;
Soru: “Anayasa değişikliği kapsamında, milletvekili dokunulmazlığını kaldıran bir madde hükmü konulmuş mu? Hukuk açısında dokunulmazlık ne demektir?” Cevap:“Şaka mı yapıyorsunuz beyefendi? Başkası değil de bu iktidar dokunulmazlık zırhını çıkaracak öyle mi? Bu hiçbir zaman mümkün değil, olmayacaktır da... Değişiklik paketinde bu konunun yanından bile geçilmemiş!” Kararınız: “Söylemlerimizde belli değil mi?”
**
Hatırlatma: Bazı politikacılar iktidara geldiklerinde, çocuklarının ABD de“hayırsever” vatandaşların-arkadaşların verdiği bursla okuduğunu, iskân ruhsatı olmayan kaçak yapı statüsünde gecekonduda oturduklarına dair beyanlarını, basından çıkan haberleri kimse unutmamıştır herhalde. İktidarları sırasında bazı politikacıların henüz 20-25 yaşları arasındaki çocuklarının çok zengin olduklarını, gemilere sahip olduklarını, mücevher dükkânları olduğuna dair haberler de basında manşet olmuştu. Zabit kâtibi, nüfus memuru, mahalle muhtarı gibi vatandaşlar bu konuda ne düşünürler merak edildi ve soruldu:
Soru: “Siz gibi sade vatandaşın çocukları belki politikacıların çocukları kadar ‘ticari deha’ olmayabilirler; hiç olmazsa evlerine bir ekmek götürecek kadar bir işleri, bakkal dükkânları olmalarını istersiniz değil mi? Şimdi, oy vereceğiniz bu Anayasa değişikliklerinde, sizin ve siz gibilerin çocuklarını de “zengin” edecek bir madde, hüküm var mıdır?” Cevap: “Nereden bilelim Beyim? Ama bizim arzuhalciye sorduk; hani o dava dilekçeleri yazıyor ya kasabada... O da avukata sormuş, “yok” demiş. Kararınız: “Sandık başında kararımı vereceğim, ama arkadaşlar ‘Hayır’ vermekten yanalar.”
**
Hatırlatma: Meclisteki çok zengin politikacılar, sırası geldikçe zenginliklerinin çocuklarına yaptıkları ‘düğünde takılan altınlarla’ sağladıklarını ifade ediyorlar. Bunun doğruluğunu bilemeyiz, ancak aynı şekilde çocuklarının düğününü yapan okul müdürlerinden, daire başkanlarından, komiserlerden oluşan bir grubun da aynı şekilde zengin olup olmadıklarını sorgulamak için şu soru yöneltildi:
Soru: “..Bey siz de çocuk evlendirdiniz, epey takılar olmuştur, bu takılarla araba mı, yoksa ev mi aldınız?  Cevap: Hiç bir şey diyemiyorum. Bu konuları konuşmak bana“yasak”. Dinleniyoruz mutlaka, ekmeğime mesleğime zarar verirler!.. Katarınız:Sandık başında...
Bir soru daha: “Duymuşsunuzdur, maliyeden, adliyeden, belediyeden bazı adamlar yolsuzluk yapmış (naylon fatura, evrakta tahrifat vs), suç işlemişler, fakat milletvekili oldukları için “dokunulmazlıkları” varmış. Yani hukuk bunlara dokunmuyor. Siz bu işe ne diyorsunuz, referandumda ne düşünüyorsunuz? Cevap:“No comment-yorum yok...” Kararınız: “Susmak, şimdilik...”
**
Soru: (Genel bir soru) Bu Anayasa değişikliği, TBMM nin kanun kaçaklarının sığınma yeri olmaktan kurtaracak mı? Cevap: “Nerede o günler... Hak getire... Kim ayağına balta ile vurur ki bunlar vursun beyim!?...” Kararınız: “13 Eylül günü duyarsınız..”
**
Hatırlatma: Siyasi iktidar mensupları ve onların medyadaki uzantıları olan “köşe kapıcıları” ile “ekran bülbülleri” çok kullandıkları ‘demokrasi’ kelimesinin anlamını bilirsiniz; kısaca halkın kendini idare etmesi demektir. Meclise bakıldığında halkı temsil eden bir oran yok. %10 seçim barajı var. İktidardakiler demokrasinin aksine davranışlarda bulunuyorlar. Görünen manzara, parası olan, gücü olan, genel başkana kul-köle olan, iç ve dış destek alanlar Meclise giriyorlar. Konuyla ilgili görüşü olan emekli hâkim, savcı ve validen oluşan pasif bürokratlara soruldu.
Soru: “Anayasa değişikliğinde, gerçek manada halkın iradesinin meclise yansımasını sağlayan maddeler ve hükümler, örneğin baraj konusunu işleyen değişiklik, var mı?” Cevap: “Niye olsun ki? Halk sadece önüne konulan listeyi seçiyor. Parti başkanları kimi istiyorsa halk da ona oy veriyor. Yani parti başkanı diktası var. Halk nereden temsil edilecek? ” Kararınız: “Görüş belirtmeyelim, kararımızı sandık başında vereceyiz...”
**
Hatırlatma: Siyasi irade “açılım” ismi altında terör örgütüne büyük tavizler verdi.‘Habur Şenliği’ yapılmasını sağladılar. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve milleti bölük pörçük edilmeye çalışılıyor. Buna pek ses çıkarılmıyor. Halk arasında çok tehlikeli “etnik” ayrışmanın başlamasına bu “açılımlar” sebep oldu, gidişat kötü...
Soru: (genel bir soru) “Din ve ırk ayırımına dayalı bir siyasetin yapılmasından yana mısınız? Oy vereceğimiz Anayasa değişikliği, din ve etnik mensubiyete dayalı bir siyaset yapmayı engelleyen maddeler veya hükümler var mıdır? Cevap: “Hiç sanmıyoruz. Öyle olsaydı DBP oylamada “Hayır” derdi. Demediğine göre demek ki böyle bir engelleme yok...” Kararınız: “Dayım, dedem, amcam bu vatan için can verdiler; İstiklal Savaşında, Çanakkale’de, Doğu cephesinde. Şimdi böyle bir durumda bana ne görev düşer? Onu siz düşünün artık...”
**
Hatırlatma: Siyasi irade yaptığı Anayasa değişikliğinin bir maddesinde şunu iddia ediyor ‘kişisel verilerin güvence altına alınması’ maddesidir. Bu madde ile ilgili görüşler alındı.
Soru: (Genel soru) “Bu değişiklikle; Türk milletini ırk-din, inanan-inanmayan, laikler-laik olmayanlar, seçkinler-ötekiler, seçilmişler-atanmışlar, mezhep-tarikat ve farklı inançlarına göre fişleyen; özel hayatlarını kameralara, filmlere, disketlere kaydeden ve bu bilgileri siyasi iktidarların emrine veren yasalar vatandaşın mahremiyetini sizce koruyacak mı?” Cevap: “Aaaa... Daha de neler! Öyle bir madde de mi varmış!?” Kararınız: “Bunu bilmiyordum, kesinlikle “hayır” olacak...”
**
Hatırlatma: Bilirsiniz; gerçekten demokrasinin olduğu ülkelerde, kişinin özel hayatına müdahale etmek, dinlemek, özel yaşamını filmlere almak o ülkedeki siyasi iktidarın istifasını beraberinde getirir. ABD, İngiltere, Japonya, Avrupa da bazı ülkeler... Hukukçulara soralım;
Soru: “Bu iktidar döneminde kişilerin telefonları dinlendi, kayıt altına alındı. Şimdi, getirilen bu Anayasa değişikliği, hukuk dışı bu özel hayata müdahaleyi engelleyen madde veya hükümler var mıdır?” Cevap: “Hayır, yok.” Kararınız: “Hukukça...”
**
Hatırlatma: Ülkesine bir ömür boyu hizmet eden bilim insanları, subaylar, aydınlar, gazeteciler, gecenin bir kör saatinde kapıları çalındı “karakola buyur” edildi. Ardından varsayımlara dayalı olarak tutuklanıp cezaevlerinde yargılanmadan, suçları belli olmadan yıllarca tutuldular. “Bu nasıl bir adalet” diye sabrı taşan insanların bir kısmı hastanelere ölümle, bir kısmı da kahırlarında onursuzca davranışlarla pençeleşerek ölüme doğru yol almaktalar. Devletin tüm kurumları sinmiş, kimse ne fikir beyan ediyor ne de düşündüğünü yazıyor. Birkaç tane “serdengeçti” tek başına mücadele vermeye çalışıyor. Ülkede alenen bir korku atmosferi var. Düşünebilenler korku içinde susmaktalar... Davalı-davacı vatandaşların serbest avukatına soralım:
Soru: “Bu anayasa değişikliği bu korku atmosferini ortada kaldıracak hükümler içeriyor mu?” Cevap: “Hayır, aksine ilerde korku terörü estirecek, siyasi iradelere imkânlar sağlayacak Yüksek yargıda politik yapılandırmaya yol açan hükümler var. O zaman daha çok korku olacak.” Kararınız: “...AK partili olmama rağmen destek veremeyeceğim, mesleğim adına, yeminim adına “hayır”diyeceğim...”
**
Hatırlatma: Her gün gelen şehit cenazeleri artık kanıksandı. Hükümet yetkilileri artık cenazelere tepki alırlar korkusuyla katılmıyorlar; adeta “vaka-i adiye” oldu şehir cenazeleri. ‘Kürt açılımı’ adı altında “ırkçı bölücülük” legal hale geldi. Şimdi de Türk bayrağının yanına renkli bir şeyi, terör örgütü bayrağı olarak, asmak istiyorlar, “37.Kürt İsyanı” ilanı gündemde. Vatandaşlara soralım:
Soru: “Anayasa değişikliğinde buna karşı bir önlem var mıdır? İktidarın tavrı olumlu mu?” Cevap: “Aksine, bundan sonra, daha önce Anayasa Mahkemesinden geçirilmesi mümkün olmayan yasaları geçirtmek için, Anayasa Mahkemesinin üye sayısını ve yapısını değiştiren hükümler var. Değişikliğin esas amacı budur, diğer maddeler kamuflajdır, zaten yıkıcı olan, mutlaka “hayır” denmesi gereken bu maddelerdir.” Kararınız: “Kesinlikle “hayır”
**
Hatırlatma: Tarıma kotalar koyarak çiftçiyi, köylüyü, istediği ürünü ekmelerine engel oldular. Üretici tamamen mağdur edildi. Vatandaşı toprağından koparıldı.Ziraat oda başkanına ve çiftçi temsilcisine soralım;
Soru: “Çiftçiyi mağdur eden bu çarpıklığa çözüm olacak bir değişiklik var mı bu Anayasa değişiklik metninde?” Cevap: “Nerede... Mahıv ettiler mahıv...”Kararınız: “Halimizden belli olmuyor mu?...”
**
Hatırlatma: Hakları gasp edilen işçiler grev ya da eylem yaptıklarında Hükümet yetkilileri şöyle diyor; ‘ayaklar baş olmamalı.’ Bu anlayış şunu hatırlatıyor;işçiler “ayak” olarak algılanıyor ve ona göre muamele yapılıyor. İşçi sendika temsilcilerine soralım;
Soru: “İşçi emeğini sömüren sistem engellenecek mi? Anayasa değişikliğinde bu konuda bir madde var mı?” Cevap: “Sendika hukuk bürosundan, işçilerin menfaatine tek bir madde hükmü yoktur dediler. Bu duruma göre bir karar vermek gerekiyor.” Kararınız: Düşünüyoruz...
**
Hatırlatma: Hükümet bu Anayasa değişikliğiyle memurlara ‘toplu sözleşme hakkı’ verildiğini iddia ediyorlar. Hâlbuki memurların zaten toplu sözleşme hakları var, fakat grev hakları yok. Toplumun büyük bir kitlesini oluşturan memurlar“devletin nikâhlı memuru” olarak kabul edilir. Hükümetler onları siyasi amaçları için kullanıyorlar. Sosyal hak olarak eğer “toplu sözleşme” hakkı varsa bunungrev hakkının da olması gerekir. AB ülkelerinde grev hakkı olmayan memur yoktur. Anayasa değişikliğinde var olan bir şey tekrarlanmış fakat olmayan grevden bahsedilmemiş. Grev hakkı veren bir madde olabilirdi. Konunun muhatapları memur sendika temsilcilerine soralım;
Soru: “Bugüne kadar uygulanmakta olan sözleşmeli işçi / sözleşmeli memur haksızlığını ortadan kaldıran bir Anayasa değişikliği var mı? Memurlara Grev hakkı veriliyor mu?” Cevap: “Asla öyle bir grev hakkı yok, adı bile geçmiyor. Sözleşmeli işçi-memur konusu ise hiç gündeme getirilmiyor. Geldiğinde de 3C4C statülerini gösteriyorlar.” Kararınız: (Farklı cevaplar veriliyor.) Tabii ki “hayır”, “evet” de olabilir, “kararsızım” diyenler gibi.
**
Hatırlatma: Pamuk ve tütün tarlalarında, fındık bahçelerinde ucuza çalıştırılan çocukların, kadınların sefalet içinde ve sigortasız oldukları biliniyor. Bu konuda iyileştirici bir Anayasa maddesi konulabilirdi. İşçi temsilcileri ve tarım kooperatif başkanına soralım;
Soru: “Çeşitli işletmelerde ya da tarım alanlarında kaçak çalıştırılan kadınların, kızların, çocukların emek sömürüsünü durduracak, sigortalı ve sendikalı hale getirecek bir hüküm var mı bu Anayasa değişikliğinde?” Cevap: “Hayır, yok.”Kararınız: “Bilmiyoruz, daha vakit var.”
**
Hatırlatma: Bilindiği gibi bu hükümet, evlenmemiş kız çocukların babalarının üzerinden sağlık kurumu güvencesinden yararlanmaları yasaklandı. Çok fazla mağdur olan insan var. Ev kızlarına soralım;
Soru: “Evlenmeyen siz genç kızların bu mağduriyetlerini gideren bir değişiklik var mı?” Cevap: “Sigortadan birilerine sorduk. Değişiklik paketinde yok.” Kararınız:“Çaresiziz... Daha belli değil.”
**
Hatırlatma: Sosyal devlet demek vatandaşını her yönüyle koruyan ve kollayan devlet demektir. Sosyal demokrat örgüt ya da insan ise, sosyal ve toplumsal konulara öncelik tanıyan, uygulama programlarını, hedef ve amaçlarını toplumun istem ve ihtiyaçlarına göre düzenleyen, çalışan toplumcu örgütler ya da kişileri tanımlar. Mevcut iktidar da şöyle bir ifade kullanıyor; ‘en sosyal demokrat biziz’diye. Öyleyse, toplumun mağdur belli kesimlerine en azından bazı haklar verecek programları ve uygulamaları beklenir.
Soru: “Anayasa değişiklik paketinde toplumun bu mağdur kesimlerine iyileştirici değişiklik var mı?” Cevap: “Hayır yok.” Kararınız: “Düşüneceğiz”
**
Hatırlatma: Mevcut hükümet; “herkesin yargıya başvurma hakkı olduğunu” iddia ediyorlar. Hâlbuki Devlet birimlerinde çalışan insanlardan bu hak ellerinden alındı. Hem yargıya başvurma hakkını elinden alacaksın hem de memura toplu sözleşme hakkı veriyorum diye övüneceksin. Bu bir çelişkidir.
Soru: “Toplu sözleşme hakkı verilmeyen memur yargıya başvurabilecek mi? Grev hakkı da olmadığına göre bu toplu sözleşme hakkının ne anlamı vardır?” Cevap:“Maalesef durum öyle...” Kararınız: “Hem evet, hem hayır...”
**
Hatırlatma: İlginçtir, her siyasi parti, iktidara gelmeden YÖK karşıtı beyanlarda bulunuyor. YÖK üstelik 1982 Anayasasının temel kurumlarından. Bu hükümet de iktidara gelince YÖK’ü kaldıracaklarını söylediler. Fakat YÖK tamamen ellerine geçince vazgeçtiler. Muhatabı olan akademisyenlere soralım;
Soru: “Düşman gibi gördükleri YÖK’ü kaldıran bir yasa maddesi var mı bu değişiklik paketinde? Cevap: “Niye olsun ki? Tüm YÖK organlarını işgal ettiler. Tüm üniversitelere şartsız “biat” edecek kişileri rektör yaptılar, biat etmeyenleri de değiştiriyorlar. Niye YÖK kaldırılsın ki?” Kararınız: “Susma hakkımı kullanıyorum...”
**
Hatırlatma: Mevcut iktidar “eğitim reformundan” bahsediyordu. Okumayan çocuklar, dershanelerin kapısında oluşan kuyruklar, parası olan ve olmayan ayırımı.. Eşit fırsatın verilmemesi gibi sorunlar var.
Soru: Anayasa değişikliği eğitimde hem “sorun” hem de “çare” gibi görünen dershaneleri tamamen ortadan kaldıracak ya da geliştirecek bir hüküm var mı?Cevap: “Hiç konu bile edilmemiş...” Kararınız: “Yorum yok...”
**
Hatırlatma: Mahkemeye düşen vatandaşın ömrü bitiyor fakat davası bitmiyor. Mahkemeler dosya deposuna dönmüştür. Adli reform yapılması gerekiyor. İktidar da “yargı reformu olacak” dedi. Anayasa değişikliğinde sadece Anayasa Mahkemesi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) yapısını değiştiren maddeler var.
Soru: “Anayasa değişikliğinde mahkemelerde süren davaların sonuçlanması için bir madde hükmü var mı?” Cevap: “Hayır, yok.” Kararınız: “Yorum yok...”
**
Hatırlatma: ‘Yargı bağımsızlaşacak’ diyorlar. Anayasa mahkemesine tayin edilen yargıçların politik mülahazalar gereğince yapılmayacağına dair bir işaret yok. YAŞ arifesinde yargının nasıl siyasallaştığını Türk Milleti şahit oldu. Yargı, hem yasamanın hem de yürütmenin üzerinde olan bir güçtür. Çünkü yasama da, yürütme de yanlış yapabilir (Avrupa’daki sivil dikta rejimleri örneği). Bu yanlışları “Türk Milleti adına” denetleyen yüksek yargıdır. Eğer Anayasa mahkemesi siyasi iktidarın (hangi parti olursa olsun hiç fark etmez) kontrolünde, işgalinde olursa, yasama ve yürütmenin yapacağı yanlışların önüne geçilemez.
Soru: “Bu değişikliğin esas amacının yüksek yargının yapısını değiştirmek ve kendi ideolojisine uygun taraflı yargıçları tayin etmek ve bundan sonra, anayasanın “değişmesi teklif dahi edilemez olan” maddeler de dahil, istediği kararları meclisten çıkarmak ve böylece Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesini yok etmek olduğu iddia ediliyor. Siz bu görüşe katılır mısınız?” Cevap: “Kararsızım. Bu konuda şüphelerim var. Eğer demokratik bir anayasa isteniyorsa neden %10 barajını kaldırmıyorlar, neden dokunulmazlıkları kaldırmıyorlar, neden öncelikli olarak yüksek yargıyı hedef aldılar? Bunları düşündükçe bu teklifin samimiyetsiz olduğu kanaati hâsıl oluyor. Ve daha önce AKP ye oy vermiş olan bir seçmen olarak bu sefer çok tereddüdüm vardır.” Kararınız: “Herhalde hayır olacak”
**
Hatırlatma: Bir ülkede yargı bağımsız ve tarafsız değilse devletin çatısı çöker. Tüm Batı ülkelerinde yargı bağımsızdır, siyasi irade asla yargıya etki yapamaz... Türkiye’de bağımsız kalabilmek için direnen yargı, demokrasinin temeli olan kuvvetler ayrılığının vazgeçilmez unsurudur. 3Y dediğimiz yasama, yürütme ve yargı bir devletin varlık sebeplerindendir. Yasma ve yürütme politik mevkileri kapsadığından, politik ve popülist nedenlerle yanlış yapma ihtimali çok yüksektir. O takdirde tüm halk kesimleri zara uğrar. Bunu engellemek için anayasamız kuvvetler ayrılığı prensibine dayalı olarak hazırlanmıştır. Yasama ve yürütmenin görevlerini denetleyecek olan bağımsız yargıdır.
Soru: “Bu değişikliğin amacının, başbakanın ve cumhurbaşkanının emrinde olacak bir yapıyı sağlamak için olduğu iddia ediliyor ve böylece sivil diktanın kurulacağı dillendirilmektedir. Bu görüşlere katılıyor musunuz?” Cevap: “Söylediklerinizin büyük bir kısmına katılıyorum. Fakat sivil diktaya Türk Milleti müsaade etmez.. Gerektiğinde millet topyekûn olarak hürriyetine sahip çıkar.” Kararınız:“Demokrasi için, hürriyet için, cumhuriyet için Hayır”
**
Özetle;
Bu mini diyalogun ana fikri nedir diye sorguladığımızda, durum şöyle özetlenebilir: Sunulan Anayasa değişiklik paketinin içine “kadına pozitif ayrıcalık”, “engellilere avantajlar”“Anayasa mahkemesine kişisel başvuru” gibi kamuflajlar dikkat çekicidir. Aslında seçmenin büyük bir kesimi, bu kamuflajın ilk ikisinin normal yasalarda var olduğunu ve halen uygulanan hükümler olmasına karşın göz boyama, aldatma-aldatmaca ile kamufle edilmiş bir tekrar olduğunun farkındalar. İktidarın esas amacı, Anayasa mahkemesi ile HSYK yapısını değiştirmek ve bundan sonra istedikleri yasaları Meclisten geçirtmeyi sağlamaktır. Yargı siyasal iradenin emrine girerse denetim görevini yapmayacağına göre,“dikensiz gül bahçesi” destekli sivil baskı rejimi hedeflendiğinin farkındalar. Fakat kafaları oldukça karışık olan beyan sahipleri de çok. Oy kullanacak her kesimdeki insanlarımız bir “korku” içindeler, açık olarak fikrini beyan etmekten çekiniyorlar.

Sonuç
Herkesin kendine sorması gereken bir soru vardır; “biz neyi oyluyoruz?” diye. Oy kullansın kullanmasın... Hiç kimse kendini de başkasını da aldatmasın; oylanan Anayasa değişikliği filan değildir; AKP’nin icraatlarıdır; PKK terörüdür, AB ve ABD nin Türkiye üzerindeki emelleridir... Emperyalistlerle iş birliği yapanların gafilce oynadıkları rollerinin oylanmasıdır... Türkiye’nin birliği ve bütünlüğüdür; Türkiye’nin geleceğidir, cumhuriyetin bekasıdır. Bunun böyle olduğunu iktidar da muhalefet de biliyor. Milletin kararını bekleyelim, sonucu görelim... Ülkemin geleceği için büyük endişelerim var; Tanrıdan dileğim endişelerimin hiç birinin gerçekleşmemesidir...
Özgür kalmak için, adalet içinde yaşamak için, Türkiye Cumhuriyetini bağımsız ve demokrat bir ülke olması için oylama yapılacaktır. Ülkemiz büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Bunun farkına varalım artık. Başını kuma gömen medya patronları, sivil toplum örgütleri, üniversiteler ve sağduyusuna her zaman güvenilen aziz Türk Milleti, tehlikenin farkına varalım; ülkemize, cumhuriyetimize, devletimize sahip çıkalım... 12 Eylül günü sandık başına gidip demokratik gücümüz olan HAYIR oyumuzu kullanalım.
15.8.2010

"Küstah davranışa sessiz kalanlar..."

Hayırlı Konvoy üyeleri yaptıkları açıklamayla Atatürk'e hakaret edenlere ve hakaretlere sessiz kalanlara tepki gösterdi. Mustafa Kemal ...