Sayfalar

12 Ağustos 2010 Perşembe

Fitne fesat gemisi olacağına sn.Arınç, varsın aşk gemisi olsun

Bunlar böyledir. Özel hayat numarasına yatarlar sonra da "aşk gemisi" türünden fitne fesat laflar ederler. Öyle üç evli danışmanları onlara normal gelir. Canım üç eşliyse ne olmuş, imam nikahı var ya... İmam nikahı, sizin aşufteliğinizin kılıfı mı? Tek eşi olsun da hem resmi nikahı hem de imam nikahı olsun. Fitne fesat gemisinin aşk sapıkları, bunu kime yutturuyorsunuz?

Uyan Ey Türk Oğlu ! (Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu)

Er meydanlarından çekilir oldun
Çorak iklimlere ekilir oldun
Eğilmek bilmezdin bükülür oldun…
Sürer mi bu gaflet; daha kaç sene?
Uyan ey Türk uyan! Uyumak nene?

Boşaldın boşaldın.. Dolabilmedin,
Gidişin o gidiş.. Gelebilmedin…
Döktüğün kanları alabilmedin…
Şah damarlarına yapışan kene
Sömürür mü seni; daha kaç sene?
Bakın şu Oğuz’un torunlarına;
Kara taş bağlamış karınlarına!
Umutsuz gözlerle yarınlarına
Bakarlar mı dersin; daha kaç sene?
Uyan ey! … Kendine dönmeyi dene!
Eski sandıklarda harsın, tören ey!
Hain, çaşıt dolu; yanın, yören ey!
Bağlı tutsak sanır seni gören ey!
Bu böyle sürer mi; daha kaç sene?
Uyan ey! … Kendine dönmeyi dene.

Bak ne der Oğuz Han, Alparslan, Tuğrul:
Ey Bozkurtlar soyu! Yerinden doğrul!
Silkin! … Öz mâyanla yeniden yoğrul!
İnsanlığı nûra kavuştur yine
Uyan ey! … Kendine dönmeyi dene.

Acunda ne varsa kurudan, yaştan
Al Dede Korkut’tan, Hacı Bektaş’tan
Malazgirt ufkuna doğ yeni baştan…
Dilerim Tanrı’dan bu devran döne,
Uyan ey Türk! … Uyan! Uyumak nene?

Seni aldatmasın ‘Batı’ denilen,
Onun mayasıdır ‘katı’ denilen,
Onun iç yüzüdür ‘kötü’ denilen…
Odur özsuyunu sömüren kene!
Sen uyan; onu da düşün!
Kaç parçaya bölmüşler seni?
Sonsuz bir sahraya salmışlar seni…
Kanadını kırıp yolmuşlar seni..
Kalk, doğrul yerinden! Yürü, geç öne!
Uyan ey! … Kendine dönmeyi dene.

Yıkıldın, yakıldın: ‘devrim’ dediler,
Soysuzlaştırıldın ‘evrim’ dediler,
Bozkurta it, ite ‘yavrum’ dediler..
Kalk, doğrul yerinden! Yürü, geç öne!
Uyan ey! … Kendine dönmeyi dene.

Türk Bilge Kağan der ‘İşitin beni!
Benim çağlar aşan, benim en yeni.
Ey Türk! Bir gün gaflet basarsa seni
Gönül ver, kulak tut bendeki üne,
Uyan Ey! Kendine dönmeyi dene! ‘

‘Üstten gök basmayıp yer çökmeyince
Hainler türeyip bel bükmeyince
Seni gafil bulup kan dökmeyince
Türk’ün bir düşmanı çıksa da bine
İlini, töreni bozamaz yine! ‘

Köklerinden koptu okumuşların,
Batıyı put yaptı okumuşların,
Yaptığına taptı okumuşların…
Ey Türk! Kendine dön! Yad, yaban nene
Kalk, doğrul yerinden, yürü geç öne!

Dinle! Dövülmekte… Çağrı kösleri,
Dinle! Yakındadır… Ayak sesleri,
Bozkurtların sıcak, hür nefesleri
Ufkunu doğudan sarsın da yine
Kalk! Doğrul yerinden! Yürü, geç öne!

Sen, Oğuz Ata’nın has milleti, sen!
Sen, son Peygamberin has ümmeti, sen!
O seni boğmadan, boğ zilleti sen! …
Uyan! Ey Türk oğlu! Uyumak nene?
Kalk, doğrul yerinden! Yürü, geç öne!

Medet ummaya gör kızıl surattan,
Seni mahrum koyar aşktan, muraddan,
Çağla Sakarya’dan, kükre Fırat’tan..
Kara, kızıl, sarı.. Sür, topla yine;
Bunlardır özünü sömüren kene!

Destanlar yazılır, şanına lâyık,
Yine de erişmez ününe lâyık,
Olursan soyuna, dinine lâyık…
Geçer bu gafletin; sürmez çok sene,
Uyan ey Türk oğlu! Uyumak nene?

VALİYİ GÖREVDEN ALACAK MISINIZ?

CHP grup Başkan vekili Kemal Anadol, referandum masaları açılmasına izin vermeyen İstanbul Valiliğini meclise taşıdı. Anadol, Meclis Başkanlığı'na verdiği soru önergesinde Vali'nin görevden alınıp alınmayacağını sordu. İstanbul Valiliği, TKP'nin masa talebinin reddi için ileri sürdüğü gerekçeyle İşçi Partisi'nin masa açma talebini de reddetmişti...
CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu'yu şikayet etti.

CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol, Meclis Başkanlığı'na, Recep Tayyip Erdoğan'ın yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi. İstanbul Valisi'nin tutumunu eleştiren Anadol, "Temel görevi savunduğu görüşleri vatandaşlara anlatarak onların oylarını etkilemek olan ve 2001 yılından bu yana anayasal zeminde faaliyet gösteren Türkiye Komünist Partisi'nin masa açma talebini olumsuz yanıtlayan İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu'nun görüşüne katılıyor musunuz" dedi.

Vali Mutlu'nun, "hayır" oyu kullanmaya teşvik için stant kurmak isteyen Türkiye Komünist Partisi'ne izin vermediğini belirten Anadol, "Eğer TKP'nin masa açma girişiminin engellenmesinin demokrasinin ruhuna ve yasalara aykırı olduğunu düşünüyorsanız, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu'yu görevinden almayı ve görevini kötüye kullanmaktan dolayı hakkında soruşturma başlatmayı düşünüyor musunuz" diye sordu.

Valilik, aynı gerekçeleri öne sürerek İşçi Partisi'nin masa açma talebini de reddetmişti

ÇUBUKÇU'NUN KIZ-ERKEK AÇILIMI... Kızlara ve erkeklere ayrı sınıf(mış)!!!

Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu'nun kız ve erkek çocuklarının ayrı sınıflarda okutulması gerektiğini sözlerine Ayşe Jale Ağırbaş'tan tepki geldi. DSP Milletvekili Ağırbaş, "Çubukçu'nun açıklaması, AKP'nin maskesini düşürdü" diye konuştu.
DSP Genel Başkan Yardımcısı ve Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş, Çubukçu’nun, kız ve erkek çocukların ayrı sınıflarda okumasını desteklemesi hakkında “Bu açıklama, Anayasa değişikliği hususunda AKP’nin maskesini bir kez daha düşürmüştür” dedi.

AKP'nin her fırsatta yeni anayasa ile kadın ve erkeğin eşit olacağını söylediğini hatırlatan Ayşe Jale Ağırbaş, Bakan Çubukçu'nun açıklamaları ile yeni anayasanın özde değil sözde olacağını söyledi.

Ağırbaş yazısında AKP'nin yarattığı kız erkek eğitimi tartışmasının son derece yersiz olduğunu belirtti. AKP'nin suni gündem yaratmaya çalıştığını kaydeden DSP İstanbul Milletvekili Ağırbaş, "kimse ülkemizin geleceğini karartma planı yapmasın" diye konuştu.

Ağırbaş, halkın referandumda başta Nimet Çubukçu'nun sözleri olmak üzere AKP'nin tüm icraatlarını düşünerek "Hayır" oyu kullanmasını istedi.

AKP’DEN 29 İSTİFA

AKP’den önemli bir istifa haberi geldi. Sakarya Akyazı ilçesi kurucu üyelerinden Sami Yemenici, Ali Ramazanoğlu, mahalle temsilcileri Hikmet Ömür, Mevlüt Karaca ve Yılmaz Kalyoncu’yla birlikte 29 AKP’li partisinden istifa etti. İstifa edenler, bir de yazılı açıklama yaptı. İstifaları önemli kılan ise bu açıklamadaki değerlendirme oldu. Açıklamada “AKP'nin bu ülkeye yapmış olduğu ihaneti, kalemle kağıt üzerine aktarmaya çalışsak buna ne kağıt ne de kalem yeter” deniyor.
AKP Sakarya Akyazı İlçe ve Altındere Belde başkanlığından 29 AKP’li, partilerinden istifa etti. İstifa edenler arasında Akyazı kurucu üyelerinden ve yönetim kurulu üyelerinden Sami Yemenici, Ali Ramazanoğlu, Altındere belde de mahalle temsilciliği görevlerinde bulunan Hikmet Ömür, Mevlüt Karaca ve Yılmaz Kalyoncu var.
29 AKP’li istifa dilekçelerini Akyazı İlçe örgütüne Pazartesi günü verdi.
İstifa edenler adına açıklamayı Akyazı AKP kurucu üyelerinden Sami Yemenici yaptı.
Açıklamada şöyle deniyor:

"Bizler vatansever insanlarız. Onun için geç de olsa vatan müdafaası yapanlarla aynı safta yer almamız gerekmektedir. Bunun bilinci içerisinde olduğumuz için AKP’den, kurucu üyelikten ve yönetimden istifa etmiş bulunmaktayız. Yeterli nedenimiz olduğunu sanıyorum.
AKP’nin vatan müdafaası yapanlarla, gözbebeğimiz, güzide kuruluşumuz Ordu’muzla uğraşması; Apo’ya sayın, şehitlere kelle demesi, vatanı bölüp parçalama eylemine girmek, medyayı sindirmek, ulusalcılara darbe ve soğuk savaş gibi art niyetli hain ve sinsi planlarla uğraşması; ülkemizi kaos, açlık yoksulluk, işsizliğe sürüklemesi gibi birçok neden var. AKP’nin bu ülkeye yapmış olduğu ihaneti kalemle kağıt üzerine aktarmaya çalışsak buna ne kağıt ne de kalem yeter."

KAYSERİ YOZGAT’A BAĞLI / Hamdi Altuntaş

Dün bir vesileyle öğrendim ki, tarım reformu konusunda Kayseri, Yozgat’a bağlanmış.

Şöyle ki;

Tarım Reformu Genel Müdürlüğüne bağlı 9 bölge müdürlüğü var. Bu bölgelerden birisi de Yozgat’a kurulmuş. Yozgat Bölge Müdürlüğüne Kayseri, Sivas, Nevşehir, Kırşehir ve Çorum bağlanmış.

Bölge müdürlüğü bünyesinde Arazi ve Destekleme Şube Müdürlüğü, Kiralama, Kamulaştırma ve Dağıtım Şube Müdürlüğü, Toplulaştırma Şube Müdürlüğü ile Personel ve Mali İşler Şube Müdürlüğü bulunuyor. Ve tüm bu konularla ilgili Kayseri’nin işleri Yozgat’ta sürdürülüyor.

Ne var bunda diyenler olabilir?

Valiliği Tomarza Kaymakamlığına, Büyükşehir Belediyesini Sarıoğlan Belediyesine, Sanayi Odası’nı GESİAD’a, Vergi Dairesi Başkanlığını Yahyalı Mal Müdürlüğüne bağlıyorsanız Kayseri’yi Yozgat’a bağlamanızda da hiçbir mesele yok.



YURT DİYE DİYE YORULDUK

Kayseri merkeziyle Develi’ye yurt yapılacakmış. Geçen hafta TBMM Başkanvekili ve Kayseri Milletvekili Sadık Yakut 1500 kişilik yurt yapacaklarını söyledi. Yapılacak yurtla ilgili bilgileri bu köşede daha önce birkaç kez yazmıştım.

Mesele yurdun yapılması; fakat asıl mesele yurt ya da bir başka hizmetin zamanında yapılması.

Zamanı nedir diyorsanız;

Zamanı ihtiyacın hasıl olduğu andır.

***

2005 yılında Kayseri’de ciddi bir yurt ihtiyacı olduğu görüldüğü için Erciyes Üniversitesi Rektörlüğü Kredi ve Yurtlar Kurumuna yurt yapılması için arsa verdi.

Yani üniversite diyor ki;

“Benim öğrencilerimin yurt ihtiyacı var. İşte sana arsa, bir an önce bu sorunu gider ki, öğrencilerim mağdur olmasın.”

2005 yılından bahsediyorum.

Varsa ciddi bir mağduriyet, bakar, kararı alır, projeyi hazırlar 1 yıl içinde yurdu yaparsın. Nihayette atla deve değil ki bu.

Bilemedin iki yılda yapar öğrenciye teslim edersin.

Aradan 5 yıl geçmiş.

Ortada yurt, murt yok.

Hala yurttan bahsediyoruz.

Ve hala yurt yapacağımızı dile getiriyoruz.

Peki geçen 5 yıl içinde neler oldu acaba.

Kaç öğrenci yurt bulamadığı için kıt kanaat şartlarda eve çıkmak zorunda kaldı?

Yurt bulamadıkları için hayat hikayesi değişen kaç öğrenci var kim bilir?

Bu yüzden bir işi yapıyorsanız, zamanında yapacaksınız.

***

Tıpkı, kaç yıldır dile getirilen entegre hastane gibi.

Entegre hastane şartlarında sağlık hizmeti alamadığı için hayatını kaybedenlere “Kader” mi diyeceğiz yoksa?

Tıpkı, kaç yıl önce yapılıp bitirilmesi gereken yeni adliye binası gibi.

Eski DGM binasında 5 katı merdivenle çıkmak zorunda kalıp, kalp krizinden hayatını kaybeden vatandaşımız da kader mağduru herhalde!

***

Yapılacaksa bir iş, zamanında yapılacak.
Kayseri Akın Günlük

300 yıllık Kubaroğlu Mescidi ilgisizlikten harabeye dönmüş durumda

Şehit Miralay Nazımbey Caddesi, Kemeraltı Mahallesinde bulunan 300 yıllık Kubaroğlu Mescidi ilgisizlikten harabeye dönmüş durumda. Mescit içerisinde bulunan atıklar mescidin tarihi yüzünün gün yüzüne çıkmasını engelliyor.

Kemeraltı Mahallesinde 300 yıllık geçmişi olan mescitin harabeye dönmüş durumu Harb-İş sendikası yetkililerinin tepkisine neden oldu.

Harb İş Sendikası Şube Sekreteri Mehmet Karlıtekin,

mescidin tarihi bir eser olduğunu; ancak yetkililerin ilgi göstermediğini söyledi.

Karlıtekin, daha öncede yetkililere çeşitli yollarla başvuruda bulunduklarını fakat hiç kimsenin ilgi göstermediğini belirtti. Bazı şahısların burada alkol alarak rahatsızlık verdiklerini ve bu sorunu emniyet yetkililerini söyleyerek giderdiklerini ifade eden Karlıtekin, mescidin bir tarihi eser olduğunu ancak kimsenin bu düşünceyle hareket etmediğini kaydetti.

ALACAK VERECEK TARTIŞMASI KANLI BİTTİ

Örnekevler Mahallesinde bir oto yıkamacısı ile üç kişi arasında alacak verecek meselesi yüzünden kavga çıktı. Çıkan kavgada bir kişi av tüfeğiyle vurularak öldürüldü.

Olay, Örnekevler Mahallesi Çiçek Sokak üzerinde akşam saatlerinde meydana geldi.

Oto yıkamacı Cemil Aslan, otomobille işyerine gelen Ü.Ö M.A ve S.Y ile tartışmaya başladı.

Çıkan kavgada iddiaya göre Cemil Aslan, elindeki bıçakla 3 kişiyi kovalamak istedi. Ancak, av tüfeğiyle vurularak yaralandı. Göğsünden aldığı saçmalarla ağır yaralanan oto yıkamacı kaldırıldığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi nde hayatını kaybetti.

Cinayetin ardından M.A ve S.Y tren garında , S.Y de kent merkezinde yakalandı.

AKP'den müftüye sürgün

Hükümet kendi politikalarına aykırı bulduğu din görevlilerini kıskaca aldı. Şehit askerin cenazesinde İstiklal Marşı'ndan dizeler okuyan Bakırköy Müftüsü, Mersin'e müftü yardımcısı olarak sürüldü.
AKP, eylemleri ve söylemleriyle kendi çizgisinde yer almayan din görevlilerine operasyon başlattı. Ramazank ayına kadar gelen süreçte, yaklaşık yüz müftünün görev yeri değiştirildi. AKP'nin gazabına uğrayan müftülerden biri de Bakırköy Müftüsü Zakir Uzun oldu. Şehit cenazesinde İstiklal Marşı'ndan iki kıta okuyan Müftü Uzun, lojmanı d ahi olmayan Mersin'e müftü yardımcısı olarak tayin edildi. Müftü Uzun'la birlikte Çankaya ve Biga müftülerinin de aynı göreve sürüldüğü öğrenildi.
İSTİKLAL MARŞI KIŞKIRTMIŞ
Müftü Uzun'u sürgüne götüren olay ise 7 Aralık 2009'da Tokat'ın Reşadiye İlçesi'nde terörist saldırıda şehit düşen Jandarma Onbaşı Cengiz Sarıbaş'ın cenaze töreninde yaşandı. Şehit Sarıbaş'ın İstanbul Ataköy 5. Kısım Camii'ndeki cenaze namazını Müftü Uzun kıldırdı. Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker, AKP Genel Başkan Yardımcısı Abdülkadir Aksu ve çok sayıda siyasinin de katıldığı cenaze töreninde Bakırköy Müftüsü Uzun, İstiklal Marşı'nın 6. ve 7. kıtalarını okudu. İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Bazı basın yayın organlarında yer alan ve Diyanet İşleri Başkanlığı çevrelerinden edinilen bilgiye göre, AKP İstanbul Milletvekili Feyzullah Kıyıklık, Müftü Uzun7u arayıp, "Sen ne yapmak istiyorsun? Bölücülük tahriki yapıyorsun. Gel görüşelim." şeklinde konuştu. Ancak Uzun, AKP'li Kıyıklık'ın görüşme talebini reddetti.
İddialara göre, bunun üzerine İstanbul Valiliği nezdinde Müftü Uzun'u görevden alınması için girişimde bulunuldu. Ancak bu girişimler başarısız olunca, Ankara'daki Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan tayini gerçekleştirildi. Müftü Uzun 2000 yılında başladığı Bakırköy Müftülüğü'nde AKP'nin 2002 yılında yönetime gelmesiyle bir dizi soruşturmayla karşı karşıya kaldı.
Hakkında muhtelif şikayetlerle açılan müfettiş soruşturması sonucu Tekirdağ'ınr Çorlu ilçesine sürüldü. Ancak mahkemeye itirazda bulunan Uzun, aklanıp 3 yıl sonra Bakırköy'e döndü. Uzun'un Bakırköy'deki 9 yıllık süresi henüz dolmadığından, Mersin'e yapılan son tayinin de usulsüz olduğu ileri sürüldü.

Yeniçağ

BİR 12 EYLÜL YAZISI... / Lütfü ŞAHSUVAROĞLU

Referandumda "evet" oyu vereceğini düşünerek röportaj yaptıkları Lütfü Şehsuvaroğlu'ndan "işlerine gelen" cevabı alamayan Zaman ve Bugün gazeteleri, röportajı yayınlamama kararı aldılar! Gerçekten çok komik.. İşte Lütfu Şehsuvaroğlu'nun konuyla ilgili yazısı...

"12 Eylül ile ilgili birçok gazete 'evet' kampanyasına yardımcı olur diye benimle röportaj yaptı. Saatlerce süren röportajlar sırasında muhabir veya söyleşi yazarı "bunları ilk defa işitiyorum. Hayatım boyunca kimseden böyle fikirler işitmemiştim" gibi sözlerle bana iltifatlarda bulunmalarına rağmen gazetelerde hiçbiri çıkmadı.

Bazı eski ülkücüler eğer "evet" kampanyası lehine bir takım laflar etmişlerse onlara yer verdiler. Bu 12 Eylül sırasında yapılan zulüm ve işkencelerden daha acıtıcı geldi bana. Bugün (3 Ağustos 2010) Vatan gazetesinde Sami Selçuk'la yapılan röportajı okuyunca yalnız olmadığımı anladım. Ben de eskiden Zaman'da, Yeni Şafak'ta, Star'da yazmıştım. Niçin evet kampanyası incitici geliyordu bana? Oysa işte 12 Eylül'den hesap soruluyordu. Demokratikleşiyorduk. İnsan hak ve hürriyetlerinin önündeki engeller kalkıyordu... Öyle mi? Bizim gibi 12 Eylül mağduru ülkücülerin 'evet' demesi gerekmiyor muydu? Bizim beceremediğimizi Akıncı kardeşler mi becermişlerdi de biz kıskanıyorduk?



Doğruyu bir ateist de söylese, doğru 'doğru' değil miydi? Sevgili dostum Mustafa Çalık'ın bir TV kanalında Hüseyin Çelik'le birlikte olduğu programda söylediği gibi miydi hakikat? Yoksa kimseyi ilgilendirmeyen bu anayasa münazaralarına, anayasa bezirgânlıklarına karşı millet sandığa gitmemeli miydi?


'Evet' veya 'hayır'a gönlü ısınamayanlar, rahmetli Ayvaz Gökdemir gibi yapıp da bu referandum kepazeliğini duymazdan ve görmezden gelerek sandığa hiç gitmeseler kıyamet mi kopardı? Demokrasi geri şişeden içeri mi kaçardı? Faşizm mi gelirdi? Ülke mi bölünürdü? Bu beceriksiz siyasetçilere iktidarıyla muhalefetiyle bir ders vermek bu milletin aklına niçin gelmezdi? Yoksa BDP ile PKK ile aynı kefeye mi konulurduk? Ne münasebet ateisttin doğrusu doğrumuz oluyor da, sandığı protesto edince koca millet PKK'lı oluyor. Olsun. Hani açılım vardı?

Hep beraber sandığa gitmezse bu millet, -Kürdüyle, Türkmeniyle, Azerisiyle, Özbeğiyle, Boşnağıyla, alevisi sünnisiyle, kuzeylisi, güneylisiyle doğulusu batılısıyla- saygın bir doğrulukta ve anlaşılabilir bir dürüstlükte ittifakı gerçekleştiremez mi? Bakın açıkça ilan ediyorum: bu evet kampanyası İslam'dan nasipsizdir. Hiçbir estetik kaygı taşımamaktadır. İslam'ın hörmet, merhamet ve aşk medeniyetinden haberi yoktur. O kadar inciticidir ki, sadece yaşayan insanları değil, mezardakileri de rahatsız etmiştir. İslam hiçbir yeniliği kin ile ihya etmemiştir. Çünkü solmaz pörsümez hakikati şudur ki: din ile kin asla bir araya gelmez.


Oysa evet kampanyası kin kokuyor. Ne yani şimdi ben bana 'kafes'te işkence yapan ve ne yaptığını bilmeyen; belki de şimdi cemaatte diğer Müslümanlarla beraber namaz kılan, belki de okulunu cemaatin okullarına gönderen, belki de Asya Finans'ta çalışan o emekli işkenceci ile otuz yıl sonra hesaplaşacak mıyım? Evet kampanyası sayesinde benim kırılan gönlüm tamir mi edilecek? Ben evet, 12 Eylül mağduru ülkücü, sayenizde beyler, mutlu mu olacağım? Bana özgürlüğümü mü iade edeceksiniz? 12 Eylül'dü ve ben onun kafeslerinde bile bugünkünden daha özgürdüm. Parmaklıklarını salladığım ve tamamının sülalesini sinkaf ettiğimde evet daha özgürdüm. Ben ki, ağzıma küfür almayan efendi şairim, yanımdaki tarih öğretmeni Mustafa bey (kayseri eğitimcisiydi) 80 şınav çekmeğe zorlandığımızda kalp krizi geçirince aynen öyle yaptım. Cumhuriyetinden, devletine, 12 Eylülün en üst kademesinden en alt kademesine küfür ettim. Ne oldu? Hocayı revire götürürken erinden yüzbaşısına kadar subaylara bir general gibi talimatlar yağdırdım. Emirlerimi harfiyen yerine getirdiler. Bugün bu özgürlüğümü hangi iktidar, hangi cemaat, hangi gazete, hangi tv kanalı, hangi mahkeme verebilir ki?...



Referandumda sessiz kalacaktım... sandığa gitmeyecektim. Hanımla annem evet vereceğim, kardeşim hayır vereceğim diye kararlı konuşuyorlar. Ben bilmiyorum. Hak kimden yana? Ama biliyorum ki Hak çirkinin yanında olmaz. Âkif'in dediği gibi hak namına bile haksızlığa ölsem tapamam... hüdayı kendime kul edip kendim hüda olamam. Memleketi evetçiler hayırcılar diye bölemem. Bu bölücülüğe de Müslümanlık, demokrasi, adalet, devlet, hak hukuk diyemem. Bu oyunun içinde olamam. Bu müsamereye katılamam. Öyle düşünüyordum. Ama gördüm ki, ben, fikrim, milletim, topyekün bir tarih haksızlığa uğruyor. Hak namına yapılan bu çirkinliğe benim pasif bir seçici olma hakkım yok. Şimdi buradan Bugün ve Zaman gazetelerini ve yayın müdürlerini uyarıyorum. Benimle yapılan röportajı ya yayınlatırsınız, ya da ben de yapacağımı bilirim. Sizi 12 Eylülcülerden daha beter ederim."

Google Amca, Melih Gökçek'in yolsuzlukları ile doldu taştı

Melih GÖKÇEK, Google'dan yolsuzlukları buluyormuş. Hatta Kılıçdaroğlu'nun yolsuzluğunu da google'dan bulmuş. Gökçek ile ilgili yolsuzluklar google'da çarşaf çarşaf yayınlanıyor ve  bunlarla ilgili İçişleri bakanlığı izin vermediği için yargılama yapılamıyor. işte gökçekle ilgili iddialardan sadece biri:

Geçtiğimiz günlerde kimi basın-yayın organlarında "Damat beyin karlı alışverişi" başlığı ile yer alan haberlerde; Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılınç’ın damadı olan Mustafa Çubuk ile iş ortağı (ve nikâh şahidi) Bülent Sungur’un, Yukarı Dikmen Vadisi semtinde Turan Güneş Bulvarı üzerinde bulunan değerli bir arsayı, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nden sudan ucuza aldığı yazıldı. Haberlere göre damat bey ve ortağı, tahmini değeri 10 milyon TL olan ve belediye mülkiyetinde bulunan bu arsayı, 2 milyon TL lik bir bina ile takas etmişti ve burada lüks bir alış-veriş merkezi inşa etme niyetindeydiler.

Damat beyin nikâhını da bizzat kıyan Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı İ. Melih Gökçek’in, belediyeye yani kamuya ait olan bir arsayı, damat beye sanki bir "düğün hediyesi" gibi verivermesi, bilinmesini isteriz ki onun belediyecilik anlayışının doğal bir sonucudur.
Çünkü Gökçek belediyeciliği; yandaşlarına her türlü kıyağı çekmek demektir. Çünkü Gökçek belediyeciliği; yolsuzluk, talan, soygun demektir !
Damat bey ile Gökçek’in bu "karlı alışveriş"i, biz Dikmen Vadisi halkını da yakından ilgilendirmektedir. Çünkü söz konusu arsa, yıllardır yaşadığımız Yukarı Dikmen Vadisi sırtlarında yer almaktadır, yani damat bey bizim komşumuz olmuş bulunmaktadır.
Öte yandan, bilindiği üzere İ. Melih Gökçek, biz vadi halkının yaşadığı Yukarı Dikmen Vadisi’nde bir "kentsel dönüşüm projesi"ni uygulama çabasındadır. İşte bu arsa alışverişi ile, söz konusu kentsel dönüşüm projesinin gerçekte kimler için yapıldığı, kimlerin çıkarlarına hizmet ettiği, bir kez daha açıkça görülmüştür.
Gökçek’in söz konusu kentsel dönüşüm projesine vadi halkı olarak karşı çıktığımız kamuoyu tarafından bilinmektedir. Bunun öncelikli nedeni, bu projenin, yıllardır vadide yaşayan biz yoksul vadi halkını sokağa atacak olması, halkın barınma hakkını ve insanca bir yaşam özlemini yok saymasıdır.
Gökçek’in projesine karşı çıkışımızın diğer bir önemli nedeni ise, bu projenin gerçekte kamu yararına ve bütün bir kentin çıkarına hizmet etmediği, aksine birilerinin cebini kasasını doldurmak için tezgahlanmış bir yağma ve talan projesi olmasıdır. İşte proje alanında yapılan söz konusu arsa alış-verişi de, bu tespit ve itirazlarımızı bir kez daha doğrulamış bulunmaktadır.
Gökçek’in belediyecilik zihniyetinde "kentsel dönüşüm"; yoksul emekçi halkın barındığı ve rant değeri yükselmiş yerlere vahşice el koymak, orada yaşayan yoksul halkı zorla sokağa atmak, sonra da bu bölgelerde lüks konutlar yapıp satarak; böylece gerçekte damat beylerin alış-veriş merkezleri için paralı müşteriler yaratmaktadır.
Gecekondu halkına "işgalci" diyenler, onu sokağa atmayı marifet ve hizmet görenler; sanırız gerçekte kimin işgalci olduğunu, şimdi bir kez daha düşünmelidir.
Dikmen Vadisi halkı olarak, bir kez daha ilan ediyoruz; haklarımız, geleceğimiz ve onurumuz için mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz. Gerçek işgalcilere karşı, yalnız kendi haklarımızı değil, bütün bir kentin geleceğini, kent halkının menfaatini savunacağız !
Ancak bunun için öncelikle, kentimizi damat beylere peşkeş çeken yönetim zihniyeti ile hesaplaşmak; yalnız bizler için değil, bu kentte yaşayan herkes için temel bir görev ve sorumluluktur.
Bunun için diyoruz ki;
İ. Melih Gökçek’i durduralım !

İ. Melih Gökçek gidecek; bu yağma, bu soygun, bu talan bitecek ! 

                                      Dikmen Vadisi Halkı 

Levent Ersöz: Darbecilik namussuzluktur

EMEKLİ Orgeneraller Hurşit Tolon ve Şener Eruygur'un sanıkları arasında yer aldığı İkinci Ergenekon Davası'nın 72. duruşması başladı.

Duruşmada, emekli Tuğgeneral Jandarma İstihbarat Dairesi eski Başkanı Levent Ersöz'ün, tedavi gördüğü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi Nöroşirurji Servisi'ndeki odasından, Silivri'de bulunan duruşma salonuna videokonferans yöntemiyle bağlanarak yapılan sorgusuna devam edildi. Aralarında Cumhuriyet Gazetesi eski Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay ve Gazeteci Tuncay Özkan'ın da bulunduğu 36'sı tutuklu toplam 108 sanığın yargılandığı davanın bugünkü duruşmasına tutuklu sanıklar İnönü Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal, Mustafa Dönmez, Oğuz Bulut, İbrahim Özcan, Ersin Gönenci ve Muzaffer Öztürk katılmadı. Tutuksuz sanıklardan ise Orgeneral Hurşit Tolon duruşmada hazır bulundu.

ERSÖZ RAHATSIZLANINCA ARA VERİLDİ
Ersöz'ün avukatı Zeki Aksoy söz alarak iddianamede bazı maddi hataların olduğunu savunarak bu hatalara ilişkin taleplerde bulundu. Avukat Aksoy'un konuşması sırasında Levent Ersöz'e oksijen maskesi takıldığı görüldü. Ardından Ersöz'ün yanında bulunan naip hakim Hüsnü Çalmuk, Mahkeme Başkanı Köksal Şengün'ü, Ersöz'ün rahatsızlandığını ve ara verilmesi gerektiğini belirtti.

Tutuklu sanık emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün sağlık durumunun duruşma salonuna gelmeye elverişli olmaması nedeniyle 28 Nisan'da alınan ara karar gereği tedavi gördüğü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ndeki odasından videokonferans yöntemiyle savunmasının alınmasına karar verilmişti. Savunması tamamlanan Ersöz'ün bugün çapraz sorgusuna geçilmesi bekleniyor.

DARBECİLİK NAMUSSUZLUK DEMEKTİR
İKİNCİ Ergenekon Davası'nın 72. duruşmasında emekli Tuğgeneral Jandarma İstihbarat Dairesi eski Başkanı Levent Ersöz'ün çapraz sorgusuna geçildi. Tedavi gördüğü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi Nöroşirurji servisindeki odasından Silivri'de bulunan duruşma salonuna videokonferans yöntemiyle bağlanarak yapılan sorgusunda Ersöz, "Darbecilik namussuzluk demektir. Ne terörist ne de darbecilik suçlamasını kabul etmiyorum" dedi. Önceki duruşmadaki davranışları nedeniyle 5 duruşmadan men edilen gazeteci Tuncay Özkan savunma hakkının ihlal edilmemesi gerekçesiyle Ersöz'ün çapraz sorgu sırasında salona alındı.

İstanbul Cumhuriyet Savcıları Mehmet Ali Pekgüzel ve Nihat Taşkın Ersöz'e geçmiş olsun dileklerini iletmelerinin ardından sorularına geçtiler. Pekgüzel'in Ersöz'e ait olup olmadığını sorduğu birçok telefon numarasını hatırlatması üzerine Ersöz, "Bu kadar çok telefon numarasını hafızamda tutacak kadar kabiliyetli değilim. Aradan çok zaman geçti, kullandığım ilaçlarda zaman ve mekan olarak yanılmama neden oluyor. Görevim sırasında kullandığım numaraları Jandarma Genel Komutanlığı'ndan sorarsanız daha doğru cevaplar alırsınız" diye konuştu. Savcı Pekgüzel'in Faruk Demir'i nereden tanıdığı sorması üzerine Levent Ersöz şöyle konuştu:

"Faruk Demir ile beni Nuray Başaran tanıştırdı. Daha sonrada bir kez de randevu istedi. Bana benim hazırladığım iddia edilen darbe planlarından söz etti. Temin edip edemeyeceğini ve bilginin kaynağını sordum. Evrakı temin edebileceğini ve Hak-Der adlı bir dernek tarafından Amerikan Büyükelçiliği'ne Türkiye'de darba yapılacağı şikayetinde bulunulduğunu söyledi. Bir sonraki görüşmemizde evrakı bana getirmesini söyledim. Evrakları alınca konuyu Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur'a anlattım. Eruygur hatta bu konuda bana espri yaptı ve 'Biz gereğini yaparız' dedi"

"DARBECİLİK NAMUSSUZLUKTUR"
Görev yaptığı dairenin bu belgelerle ilgisi olmadığını ifade eden Ersöz sesini yükselterek ve masaya elinde tuttuu kalemle vurarak, "Bu planlar kesinlikle Jandarma Genel komutanlığında hazırlanmadı. Darbenin D.'si yoktur. Darbecilik namussuzluk demektir. Ne terörist ne de darbecilik suçlamasını kabul etmiyorum" dedi. Bunun üzerine Ersöz Mahkeme Başkanı Köksal Şengün tarafından "Sesinizi yükseltmeden de sorulara cevap verebilirsiniz. Sağlığınız açısından da doğru değil" diye uyarıldı.

AKP'lilerin Oruç Baba Türbesi rezaleti

Üzerlerinde "AK Parti Logoso ve Evet" yazılı tişörtler olan ve Ak Parti'nin renklerini taşıyan şapka takan bir grup, beyaz bir minibüsle Oruç Baba Türbesi'ne geldi. Minibüsün yanında, Fatih Belediyesi'ne ait bir zabıta aracının bulunması dikkat çekti. Türbe girişine stand kuran ve üzerlerinde "Evet" yazılı tişört bulunan grup, poşet içinde iftariyelik dağıttı. Dağıtılan iftariyenin içinde su, yarım pide ve kahvaltılık yiyeceklerin yer aldığı görüldü. Dağıtım yüzünden zaman zaman izdiham yaşandı.

AK PARTİLİLERE TEPKİ GÖSTERENLER OLDU

Üzerlerinde "Evet" yazılı tişört ile başlarında "Evet" yazılı şapka bulunan ve tamamı erkeklerden oluşan grubun, 12 Eylül'deki Anayasa Değişikliği Referandumu için Oruç Baba Türbesi'nde iftariyelik dağıtması, bazı vatandaşların tepkisini çekti. Kalabalık içinden bazı vatandaşların, "Oruç Baba Türbesini siyasallaştırmayın" "Ramazan günü mü aklınıza geliyor, yardım yapmak" şeklinde tepki vermeleri dikkat çekti.

SİRKE VE ŞEKERE BU YIL PİDE DE EKLENDİ

Ramazanın ilk gününde, Fatih'teki Oruç Baba Türbesi ziyaretçi akınına uğradı. Her yıl olduğu gibi çoğunluğu kadınlardan oluşan kalabalık, Türbe duvarlarına anahtar ve çaput sürüp dilek diledi. Geçen yıl ki dileklerinin kabul olduğunu öne sürenlerin dağıttığı sirke ve şekerlerden almak isteyenler, bir birleriyle yarıştı. Dilek dileyenlerin, bu yıl sirke ve şekerin yanında pide de dağıtması dikkat çekti.

Komutanın istifa konuşması

YAŞ'ta terfi alamadığı için istifa ettiği iddia edilen Deniz Harp Okulu Komutanı Tuğamiral Türker Ertürk, devir-teslim töreninde yaptığı konuşmada neden istifa ettiğini anlattı.


gazeteci.tv'de yayınlanan habere göre Ertürk, istifa konuşmasında 2 yıldır okulda neler yaşadığını komutanlarına ve öğrencilerine şöyle anlattı: 
''Şu anda 31 yıl önce mezun olduğum, karakterimi şekillendiren denizciliği dayanışmayı dostluğu, aklın ve bilmin ne olup ne olmadığını öğreten bu kutsal yuvadan ayrılmanın hüznünü yaşıyorum. Müsaade ederseniz bu iki yıl içinde ve tüm meslek yaşamın süresince neler yaşadığımı da ifade etmek istiyorum.
Asla kamu malını hor kullanmadım ve kullandırmadım. Onurlu büyüklerimizden öğrendiğim gibi söylüyorum. Ben de babasız büyüdüğüm için bilirim. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını yemedim ne benim ne ailemin boğazından haram geçirmedim.

TSK’YA KARŞI PSİKOLOJİK HAREKAT İCRA EDİLİYOR

Benim için silah arkadaşların için ve öğrencilerim için özellikle son yıl çok zorlu geçti.
Zorluğu neden kaynaklanıyordu kısaca arz etmek istiyorum: “Türk silahlı kuvvetlerine karşı asimetrik psikolojik harekat icra edilmektedir.” Bu söz benim değil GenelkurmayBaşkanımızın sözü ve değerlendirmesidir..
İşte komutanımızın da işaret ettiği bu psikolojik harekatın içinde sizlerinde açık kaynaklardan izlediğiniz gibi deniz kuvvetleri bunun tam merkezidedir.
Niçin silahlı kuvvetlere karşı böyle bir harekat icra edildiği, niçin deniz kuvvetlerinin tam merkezinde olduğu konusunda bilgi vermeyeceğim. Ama bilin ki bu konuda resmi olarak ta değerlendirmeler yaptım amirlerime gönderdim merak eden olursa ilerde bunu anlatabilirim.
Takdir edersiniz ki merkezde deniz kuvvetleri olunca, bu kurumun subay kaynağının eğitim ve öğretim yeri olan Deniz Harp Okulu'nun, 1 no'lu hedef olması kaçınılmazdır.
İşte ben, silah arkadaşlarım ve yüreği vatan sevgisi ile dolu yarının pırıl pırıl bahriye subayları olacak öğrencilerimiz işte bu zorlu ortamda yani bir nolu hedefte görev yaptık ve ateş altına alındık.

OKULDA FUHUŞ YAPTIRDIĞIMIZI İDDİA ETTİLER
Bana, personelime ve öğrencilerime akla, hayale gelmedik yöntem ve karalamalarla saldırdılar. Bu saldırıların malum basının gazete ve televizyonlarına taşıdılar.
Öğrencilerimin bir bölümünü mesnetsiz olarak ahlaksızlıkla suçladılar, kanıtları var mıydı, kocaman hayır! Neye dayanıyorlardı, şerefsiz ve onursuz insanların başvuru yöntemine…
1876-1908 dönemi tecrübelerimiz hala taze iken buna ne yazık ki inanan ve işlem yapılmasını isteyen büyüklerimiz de çıktı. Ayrıca taarruzlarını mektuplarla elektronik postalarla server’ları ABD’de bulunan internet siteleri ile de geliştirdiler.
Bu ahlaksız kesim beni ve kurumumu ne ile suçları biliyor musunuz bu okulda ibadeti yasakladığımızı ve fuhuş yaptırdığımızı!
Peki ben kimim; 3 nesildir denizci ve asker bir ailenin çocuğu baba deniz subayı. Yanlış duymadınız dedesi ise bahriye eri olarak İstiklal madalyası sahibi. Trabzonlu Ruşen oğlu Şevki Ertürk’ün torunu. Bunun anlamı nedir biliyor musunuz? Bu ülkenin kuruluş harcında benim genetik olarak katkım var. Armut dibine düşer. Çok istisnalar dışında hainlik gibi kahramanlıkta kalıtımsaldır.

BAYRAK DİREĞİMİZDE KURAN VAR
Bu suçladıkları insanlar ve biz denizciler bütün bayrak direklerinin tepesinde, 7 kat naylona sarılmış kutsal kitabımız Kuran’ı koyan, her öğüne Allah’ın adıyla başlayan ve Allah’a şükürle bitiren. Tüm kumandalarına besmele ile başlayan insanlardır. Takdir sizlerin.
Amaçları şuydu; ahlak ve din gibi iki hassas konuda yani bel altından, kural dışı olarak kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri'ni ve onun ayrılmaz parçası olan. Mazisi şan ve şerefle dolu Türk Deniz Kuvvetlerinin haklı olarak yüce Türk ulusunun gönlünde kurduğu güvenilirliği yok etmek ve nihai amaçlara ulaşmaktı.
Yine taarruzlarında, 32 ahlaksız öğrenci bulunduğunu bunları derhal okuldan atmamı istiyorlardı. Peki kanıtları neydi bir hiç imzasız ihbar mektupları. Ve olayları örtbas ettiğimi öne sürüyorlardı. Gerçi buna inanan büyüklerim de yok değildi.
Evet, ben bu öğrencilerime kol kanat gerdim çünkü inanıyorum ki bu öğrencilerim suçsuzdu. Silahlı kuvvetlerine karşı yapılan stratejik taarruzun birer küçük derhal yok edilmesi gereken ara hedefleriydiler.

ÖĞRENCİLERİMİ KORUDUM
Yarının büyükleri ve komutanları olacak bu çocuklara sahip çıkmak kendi geleceğim için ilave alacağım yıldızlar için hiçbir kanıt olmadan onların harcarsam ki bu benim için çok kolaydı.Veya ruhlarında onanmaz yaralar bırakacak girişimlere müsaade etseydim gelecek nesiller için ya canavar ruhlu komutanlar. Ya da okuldan atılarak hakkı yenmiş travmalı sivil vatandaşlar olacaklardı.
Ayrıca komutan olarak diğer öğrencilerime de yanlış mesaj verirdim. Bu taarruzlara karşın yılmadım. Hem olayları değerlendirdim. Gücümün yettiğince bunları üst makamlara yazdım çizdim,
Beni de sarsmasına rağmen personelim ve öğrencilerim karşısında dik durarak bunları hissettirmemeye onların moralini, eğitim ve öğretim seviyelerini daha üst seviyeye çıkarmak için çok gayret sarf ettim. Özel tedbirler almaya çalıştım.
Ayrıca yukarda ifade ettiğim genel resim içinde şahsımın ve okulumun hedef olması nedeniyle, şahsıma-okuluma yönelik karalama ve iftira kampanyasına karşı hukukun üstünlüğüne, Yüce Türk adaletine olan inancım ve güvenimle avukat tutarak mücadeleye başladım.

TÜM DAVALARI KAZANDIK AMA…
Açtığımız bütün davaları kazandık ama ne yazık ki malum medya, bu yargı kararlarına karşın tekziplerimizi yayınlamadı bile, şimdi bizde tazminat davaları açtık. Peki bu mücadelede yeterince destek alabildim mi? Buna verilecek cevabın hayır’dır.
Bahriye lisanı ile de cevap vermek istiyorum: İhtiyaç duyduğumda deniz top ateş desteği alamadım. Tasmo isteklerime cevap gelmedi. Benim tarafımdan verilen g/m taarruz isteklerim de yanıtsız kaldı.
Hatta karşılıklı müdahaleye yani dost ateşine de maruz kaldım. Fakat şuna da inanıyorum. Ben, silah arkadaşlarım ve öğrencilerim ne kadar zorluklarla karşılaşmış olursak olalım, bunlar cumhuriyetimizin kuruluşu öncesi yüce önder, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının yaşadıkları zorluklar karşısında solda sıfır kalırdı.

NEDEN AYRILIYORUM?
Bu nedenle ülkem için Amiral Türker’de feda olsun. Biraz önce de takdimci subayın ifade ettiği gibi yüksek tasdikten geçen kararlar görev sürem bir yıl uzatılarak Akdeniz Bölge Komutanlığına atandım.
Deniz Harp Okulu komutanlığı amiral rütbesinde deniz kuvvetlerinde yapılacak en onurlu görev yeridir.
Sevgili öğrencilerim inşallah sizlere de kısmet olur. Bu görevi deniz kuvvetlerinde onursal ve prestij olarak galebe çalabilecek tek görev yeri vardır o da deniz kuvvetleri komutanlığıdır.
Deniz Harp Okulu komutanı terfi senesinde ise mutlaka terfi eder. Eğer etmemişse komutanları tarafından başarısız olarak değerlendirilmiştir.
Akdeniz Bölge Komutanlığı da çok onurlu bir görevdir oradan terfi eden nice komutanlarımız var. Fakat benim değerlendirmeme göre bu benim için not yükseltme sınavı niteliğindedir. Ben ise komutanlarımdan farklı düşünüyorum fakat onların verdiği karara da saygı duyuyorum.
Bu nedenle her zaman onur, gurur ve dürüstlük ilkelerine inanan ben, yeri geldiğinde “bunlar için kişisel çıkarlarınızdan bile ödün vereceksiniz, hatta canınızdan da…” Diyerek subaylarına ve öğrencilerine nutuk veren ben, şimdi bunun gereğini yapmalıyım.

OKULA BAŞLADIĞIMDA BOYUM TÜFEK KADAR YOKTU
39 yıl önce bu beyaz üniformayı giydim henüz 14 yaşındaydım. Neredeyse tüfekten biraz uzun boyum vardı. Deniz lisesinin ve Deniz Harp Okulu'nun rahleyi tedrisatından geçtim. Ne öğrendiysem burada ve bu okulun mezunu olmam dolayısıyla açılan kapılar sayesinde öğrendim.
Ben eğer bir şey isem bu okul sayesindedir. Beni yetiştiren bana feyiz ve ilham veren tüm hocalarıma teşekkür ediyorum. Ebediyete intikal edenleri rahmet ve minnetle anıyorum.
Biliyorsunuz denizci ve asker kimliğinin sembolü olan bu üniformayı giymek zordur.
Taşımak daha da zor. Daha da zor olanı var oda gerektiğinde bunu çıkarmasını da bilmek lazım. Belirttiğim nedenlerle istifa ederek daima onur duyduğum mesleğimden ayrılmaya ve bugün son defa giydiğim üniformamı çıkarmaya karar verdim!

KİTAP YAZACAĞIM
Yazmadıklarımı ve daha söylemek istediklerimi de emeklilik dönemim içinde yazacağım bir kitapta toplayacağım. Dün akşam düşündüm bunun adı ne olur diye biraz sevgili komutanımız Koramiral Atilla Kıyat’tan esinlenerek, olsa olsa “tek yıldız” ve “verilmeyen ikinci gol” olur diye düşünüyorum bilmem siz ne dersiniz…
Ben Tuğamiral Türker Ertürk Deniz Harp Okulu'ndaki görevimi Tuğamiral Kemalettin Gür’e teslim ediyorum. Büyük bir sevgi ve onurla icra ettiğim mesleğime ve siz törenimize katılan tüm silah arkadaşlarıma ve misafirlerimize arz’ı veda ediyorum…''

Başbakan’a Yakın Tarih Dersi / H.Salih GÜNDÜZ

Siyasilerin referandum turları, son sürat devam ediyor. Hem de hiçbir halk oylamasında görülmemiş biçimde… Ben Türkiye Cumhuriyeti tarihinde böyle bir referandum süreci daha duymadım.
            Bu halk oylamasını önemli kılan ise, iktidar söylem bakımından reddetse de, bir tür güven oylaması mahiyetinde olmasıdır.
            Referandumun üzerine, oylamaya sunulacak Anayasa değişlik maddeleri üzerine kapsamlı bir değerlendirmeyi yakında kaleme alacağım ama dikkatimi çeken bazı hususlara bu yazıda değinelim.
            Başbakan Erdoğan dün (Salı) memleketi Rize’ye ve ardından Trabzon’a gitti, 12 Eylül’de “evet” denmesini istedi. Buraya kadar normal…
            Ancak konuşması esnasından öyle şeyler söyledi ki; kulaklarıma inanamadım. Ana muhalefet partisine yüklenirken (bir referandum mitinginde muhalefete sataşmak niyeyse) yakın tarih dersi vermeyi de ihmal etmedi.
Başbakan, “Bunlar Dersim İsyanı’nda 10 bin, 20 bin, 30 bin, hatta 40-50 bin insanı bombalatmadı mı? O zaman bunların lideri İsmet İnönü, Cumhurbaşkanı değil miydi?” buyurdu.
Önce yanlış mı duydum acaba diye duraksadım, sonra kronolojik hafızamı yokladım. Yok, olmadı. Bu işte bir yanlışlık vardı. Gelgelelim, koskoca Başbakan da yanılacak değildi ya?...
Merak ne güzel şey, bildiklerimden emin olmak için hemen kaynaklara başvurdum. Ve yanılmadığımı, devletimi yöneten zat-ı muhteremin fena halde çuvalladığını tespit ettim. Zira Dersim İsyanı 1937’de çıkmıştı. Buna yönelik Dersim Harekatı da 1937-1938 yıllarında yürütüldü. O dönemde Mustafa Kemal Atatürk Reisicumhur, İsmet İnönü de Başvekildi.
Yani o olay, Atatürk’ün son döneminde yaşanıyor, aynen Hatay Meselesi gibi… Fakat Dersim İsyanı, Hatay’ın anavatana katılımından önce, Atatürk daha hayattayken bastırılıyor.
Bunları teyit araştırmasını yaparken aklıma bir de harita geldi. Trabzon’da, Atatürk Köşkü’nün üst kat orta salonunun güney duvarında bir harita bulunmaktadır. Bu harita, 1937’de cereyan eden o isyanla ilgili… Atatürk Trabzon’u ziyaretinde, bu haritanın üzerinde olay mahallini ve Tunceli Harekatı’na katılan birliklerin konuşlandığı yerleri bizzat kendisinin kurşun kalemle işaretlediği bilinmektedir.
Velhasılıkelam, Trabzon Atatürk Alanı’nda (Meydan) konuşma yapan Sayın Başbakan, zahmet edip Atatürk Köşkü’ne de bir çıksaydı, bu tarihî yanılgıya düşmezdi.
Lakin insanın aklına şu da gelmiyor değil: Yoksa Sayın Başbakan bu hatayı bilerek mi yaptı? Hem sözünü sakınmamış hem de Atatürk’e dil uzatmamış olmak için mi bilerek tarihî cehalet sergiledi?
Bilemiyorum. Takdir sizin…

Osman Baydemir Başbakan mı Olacak?
Gazeteci, bilim adamı, asker, siyasetçi, sendikacı, işadamı demeden tutuklayan ve hatta sıradan vatandaşları dahi mesnetsiz bahanelerle içeri atan mevcut yönetim, “iktidar” olduğu iddiasında…
            Tembihli savcıları tam zamanında harekete geçirerek YAŞ’ta “hukuk krizi” çıkarmak suretiyle askere had bildirmeye çalışan da yine bu “iktidar” değil mi?
Aytaç Durak hakkında bırakın mahkumiyeti, geçerli bir iddia bile yokken görevinden alan da mevcut yönetimin İçişleri Bakanlığı değil mi?
Memurlarını parti mitinglerine resmî yazıyla ve yoklamayla getirten bu yönetim, anca kendine yönetimdir.
Hatta iddia ediyorum ki; bu uygulamalarla kudretli görünen iktidar aslında yönetme yetkisi açısından muktedir değildir.
Çünkü…
Osman Baydemir gibi bölücülüğün bayraktarlığını yapan, ağzını açtığında suç işleyen, yasalara karşı gelerek terörü ve terör örgütü yöneticilerini öven, televizyon canlı yayınlarında devlet aklına (sözkonusu zaman diliminde devlet yöneticileri kimlerse, bu akıl onların oluyor) alenen küfreden bir adam hakkında sonuç getiren bir işlem yapmıyorlar. İdari soruşturma açılıyor; sonucu, fos!... Yargı siyasi baskı altında olduğu için ve Terörle Mücadele Kanunu’nu 4 yıl önce kuşa çevirdiklerinden hukuki bir yaptırım da çıkmıyor.
Hani özerklik laflarını daha sık ve pervasızca dile getirmelerine, Başbakan’ı ve Genelkurmay Başkanı’nı “can güvenliğiniz yok” diyerek açıkça tehdit etmelerine, zırt pırt iki bayraktan bahsetmelerine ve PKK paçavralarını Güney Doğuda bazı belediyelerin önündeki gönderlere çekmelerine bakılırsa, söyler misiniz; bu devlete isyan değildir de nedir? Bunlara öncülük eden bir adamı görevden alıp içeri atamıyorsanız, ne işe yarıyorsunuz?
Aslında, o şahıs hakkında işlem yapmıyorlar değil, yapamıyorlar. Çünkü muktedir değiller.
(Aslına bakarsanız, siyasette “iktidar” tartışmasına girmek çok tehlikelidir, keza Çiller gibi gaf yapmak işten bile değildir.)
Netice itibariyle efendim…
Atlantik ötesinden gönderilen talimatlarla devlet yönetmeye kalkılırsa ve “Ankara’nın şerrinden, Brüksel’in şefaatine sığınıyoruz.” denirse, elbette muktedir olunmaz.
Gerçekten “milletin iktidarı” olsaydı, Osman Baydemir ve Sırrı Sakık gibileri ihanetin bayraktarlığını yapmayı akıllarından bile geçiremezlerdi.
Fakat bir ihtimal daha var…
Acaba o küresel güçler, Baydemir’i sözde “Kuzey Kürdistan”a başbakan yapmayı planladıkları için mi iktidar bu herife dokunamıyor?

Ayasofya’da Cuma Namazı Talebi
            AKP iktidarı Hıristiyanlara, restore ettiği Akdamar Kilisesi’nde yılda bir gün ve Eylül ayının 2. haftasında olmak kaydıyla ibadet izni verdi.
Yetmedi, geçen yıl Sümela Manastırı’nda izinsiz ayin girişimine engel olmaya çalışan o yiğit bayan Müze Müdürünü de yalnız bıraktılar. Bu yıl 15 Ağustos tarihinde Fener Rum Papazı Barto Efendi yönetiminde ayin yapılmasına izin vermişler.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı müze ve ören yerlerinde ibadet etmek yasaktır. Yani iktidar hukuku çiğnemektedir.
Madem öyle…
Biz de mayıs aylarının son Cumasında İstanbul Ayasofya’da ve ekim aylarının son Cumasında Trabzon Ayasofya’da namaz kılmak, mevlit okutmak istiyoruz.
Dindar Başbakan’dan sonra dindar Cumhurbaşkanı da seçtik; bize de Cuma Namazı izni yahut en azından Kadir Gecesinde mevlit okutma izni verirler herhalde…
Not: Türk ve İslam âleminin mübarek Ramazan ayını kutlar, ülkemiz için “hayır”lara vesile olmasını dilerim.
BHaber.net
KamuGazetesi.com

"Küstah davranışa sessiz kalanlar..."

Hayırlı Konvoy üyeleri yaptıkları açıklamayla Atatürk'e hakaret edenlere ve hakaretlere sessiz kalanlara tepki gösterdi. Mustafa Kemal ...